

NASREDDİN HOCA FIKRALARI
Sözün Özü
Nükte tavzih için, meseleleri iyice açıklamak maksadına matuf olarak
yapılır. Sadece muhatapları güldürmek bahanesiyle “Bakın, size bir nükte
anlatayım.. bir tane daha..” demek gevezelik ve münasebetsizlik olur.
Bazen, mesela, Nasreddin Hocadan bir nükte anlatırsınız. Ama o nükte,
temel mantığınızda, fikrinizdeki ve konuşmanızdaki bir boşluğu doldurmak
için olmalıdır. Yoksa nükte yapılmaz, fıkra anlatılmaz şeklinde
anlaşılmamalıdır.Hoca
Yarasaydı, sahibine yarardı
At nalının insanlara uğur getirdiğine inanan biri, Hoca’ya sormuş:
– “Hocam, at nalı insana uğur getirirmiş, evin kapısına assak günah olur
mu?” Böyle hurafelerin dine aykırı olduğunu her zaman anlatan hoca, bu
sefer farklı bir yöntemle cevap vermiş:
– “Eğer uğur getiriyorsa, asabilirsin. Ama bence getirmez. Çünkü atlarda
bir değil, dört nal olmasına rağmen şimdiye kadar bir faydası olduğunu
görmedim aksine akşama kadar yediği kamçının, taşıdığı yükün ve
koşturulduğu yolun hesabı yoktur.”
Hoca ile Hakim
Hoca, Sivrihisar’da hatip iken, Hakim ile kavga eder, nasılsa hakim döşeğinde ölümle pençeleşmektedir. Hocaya:
– “Gel, telkin ver”, derler. O da:
– “Başka bir hoca bulun, o benimle kavgalıdır, sözümü tutmaz!”
Hepsini
Zengin bir adam Hoca’yla alay etmek için:
– “Hocam sen bu kitapların hepsini okuyor musun gerçekten?” Der. Hoca:
– “Senin kaç evin ve koyunun var?” diye sorunca, adam:
– “O kadar çok ki sayısını ben bile bilmiyorum.” Deyince Hoca cevabı yapıştırır:
– “Sen o evlerin hepsinde yaşayıp koyunların hepsini de yiyor musun?”
Kime İtimat
Hoca, altını çize çize “Hiç bir dünyevi işle iştigal etmedim” diyor
ya!.. Bunu duyan ve Hoca’nın da on-onbeş horantaya baktığını bilen biri:
– “Hoca, demiş, sen bu onbeş horantaya neyle nasıl bakıyon Allah aşkına
yaaav? Nereden geliyor bu değirmenin suyu?.. Hoca Talak Suresi 2. ayetin
sonundan itibaren okuyarak:
– “Kim Allah’a karşı takva üzere olursa, Allah ona, darlıktan genişliğe,
bir çıkış yolu ihsan eder. Bir de ona, ummadığı yerden rızık verir, Kim
Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter…” Diye cevap vermiş, fakat
adam tatmin olmamış:
– “Hoca, amenna, amenna da… Neyinen geçiniyoooon?
Diye tekrar sormuş,. Hoca bu kez de, Zümer süresi, 36. ayetle cevap vererek;
– “Allah kuluna kafi değil mi?” Demiş, Adam yine aynı generelikle:
– “Hoca, amenna, anladık, Allah kuluna kafi de… Sen neyinen
geçiniyooon?” Diye üstelemiş. Hoca da dayanamamış ve latife babında:
– “Şu kadar hanım, bu kadar hamamın var!..” Gibilerden olmayan şeylerini saymaya başlayınca adam:
– “Hah, demiş şimdi oldu işte canım!..” Deyince, Hoca’nın tepesi atıvermiş:
– “Allah’a itimat etmiyon, hana hamama itimat ediyon sen! Çabuk, imanını tazele hergele!..
Kenefte Sakız Çiğnemek
Hoca’ya birisi gırgır olsun diye:
– “Hoca, demiş, ben kenefte bile sakız çiğnerim! Bunun kitapta yeri var mı? Hoca, bu zevzek zirzobu bozmamak için:
– “Bak oğlum, demiş, bunu bir daha yapma!”
Fakat, zirzop:
– “Anladık Hoca da… Sen bunun yerini kitap da gördün mü görmedin mi? Diye yılışınca, Hoca:
– “Hayır oğlum, demiş, ben görmediğim şeyi gördüm diyemem. Ama seni öyle
kenefte sakız çiğneyerek çıkarken görenler, oraya ettiğin şeyi yediğini
zannederler!
Adam Olmak
Hocaya bir gün:
-Adam olmanın yolu nedir? Diye sormuşlar.
Hoca şu cevabı vermiş:
-Bilenler söylerken, bilmeyenler can kulağıyla dinlemeli, bilmeyenler söylerken, susturmanın çaresine bakmalı!
Ne Tarafa Döneyim
Nasreddin Hoca Akşehir sokaklarında yürürken bir genç kendisini durdurur ve sorar:
– “Hocam,namaz kılarken kıbleye doğru döneriz. Acaba abdest alırken ne
tarafa dönmeliyiz?” Hocamız aslında hazır çeşmeye doğru dön diyecek ama
Akşehir gençlerinin kendisine zaman zaman oynadığı oyunları hatırlayarak
adama:
– “Ceketin,çorabın,ayakkabın,şapkan kısaca elbiselerin ne tarafta ise o tarafa dön!“
Müjde
Yolda bir tanıdığı Hoca’ya:
-Bir oğlun oldu, müjdemi isterim! demiş. Hoca:
-Allah’a bin şükür ama, demiş, benim oğlum oldu, bundan sana ne?
Adam Olmak
Hoca’ya “Adam olmanın yolu nedir?” diye sormuşlar.
“Bilenler söylerken cân kulağıyla dinlemeli. Kendi söylediği sözü yine kendi kulağı işitmeli.” demiş.
Hatim
Nasreddin Hoca ve karısı konuşuyorlardı. Karısı:
– “Benim yüzüme bakarken besmele çekiyorsun.”
– “Ne olmuş yani?”
– “İmam efendi, karısının yüzüne bakarak yasin okuyormuş.” Hoca güldü :
– “Ben o kadını görsem, hatim bile indiririm!..”
Minare Yapımı
Hoca merhum, Akşehir’de dolaşırken yanına daha önce hiç minare görmemiş bir adam yaklaşır.
-Bunları nasıl yapıyorlar, diye sorar. Hoca ciddiyeti bozmadan:
-Bunu anlamayacak ne var? Kuyuların içini dışına çevirirler, olur sana bir minare! demiş.
Secdeye kapanırsa
Bir gün Hoca, yol üstü bir hana inmiş. “Yahu, bu senin tavan da ne kadar
gıcırdıyor be, beşik mi mübarek!” diyecek olmuş ama, hancı baba hiç
oralı olmamış; sözü şakaya boğarak;
– “Ağzını hayra aç Hoca, bu gıcırtı beşik gıcırtısı değil; tavan tahtaları Hak’ka tespih çekiyor!” demiş. Hoca da:
– “Ya bu tavan böyle tespih çeke çeke aşka gelip de secdeye kapanırsa, bizim halimiz nice olacak!”
Çömlek Hesabı
Hoca Ramazan günlerini hesaplamak için bir çömleğin içine her gün bir
taş atmaktadır. Oğlu muziplik olsun diye içine bir avuç daha taş koyar.
Bir zaman sonra arkadaşları:
-“Bugün Ramazan’ın kaçı acaba? diye sorarlar. 65 tane taş sayan Hoca 45’i der. Hiç Ramazan’ın 45 olur mu?” diye itiraz ederler.
Hoca, biraz şaşkınlık biraz da kızgın bir ifadeyle:
-“Ben yine insaflı davrandım. Benim çömlek hesabına bakacak olursak; bugün Ramazan’ın 65’i!”
Marifet
Bir adam, elinde mektup
-“Hocam, şu mektubu bana bir okusana.” Hoca Farsça yazıyı iyi
bilmediğinden geri verir. Adam şaşırır, Hocanın okuması yok zanneder:
-“Ayıp Hoca, ayıp! Benden utanmıyorsan başındaki koca kavuğundan utan!.
Hoca kavuğu çıkartır madem ki iş kavuktadır; Haydi giy de şunu, kendin
oku bakalım mektubunu.”
Ne Dediysem O
Çok bilmiş komşusu Hocayı sınamaya kalkmış.
– Hoca sen her şeyi bilirsin.
– Söyle bana Dünyanın merkezi neresidir? Hoca, adamın niyetini hemen anlamış:
-Tam bulunduğun yerdir, diye yapıştırmış cevabı.
– “Aman Hoca! Nasıl olur?” demiş adam.Hoca kızar gibi yapmış. Adam! Sordun, söyledik.İnanmazsan alır cetveli ölçersin.
Kibir
-“Hocam senin evliyalar katında ulu bir kişi olduğun söylenir aslı var
mıdır?” Hoca’nın böyle bir iddiası elbette yoktur ama bir kere soruldu
ya…
-“Her halde öyle olmalı.” der. Çevresindekiler hemen:
-“O zaman göster bakalım kerametini derler.” Hoca;
-“Ey ulu çınar çabuk yanıma gel!..” der. Der ama tabii ne gelen ağaç var ne giden. Hoca kendisi ağacın yanına gider. Halk,
-“Ne oldu Hoca ağacı getiremedin, kendin oraya gittin!” der ve gülerler, Hoca;
-“Bizde kibir yoktur, dağ yürümezse abdal(kul) yürür” der.
Dünyanın Dengesi
Hoca’ya bir gün: Sabah olunca insanların kimi o yana ,kimide bu yana gider. Sebebi hikmeti ne ola ki?
-Hepsi aynı yöne gidecek olsa, dünyanın dengesi bozulurda ondan.
Bilenler
Hoca kürsüye çıkar çıkmaz: “Ey cemaat ne anlatacağımı biliyor musunuz?”
der fakat cemaatin ancak küçük bir kısmı bilmiyoruz der. Hoca:
-“O zaman bilenler bilmeyenlere anlatsın” der ve vaaz etmeden kürsüden hemen iner.
Kürsüde
Hoca bir gün vaaz vermek için kürsüye çıkmış. Fakat olacak bu ya, aklına hiçbir şey gelmemiş. Oturmuş, oturmuş, nihayet
– “Ey cemaat size söylemek için aklıma bir şey gelmiyor desem ne
dersiniz?” Oğlu da kürsünün dibinde oturuyormuş. Hemen ayağa kalkıp
– “İlâhi baba, hiçbir şey aklına gelmiyorsa, kürsüden aşağı inmek de mi gelmiyor.”
Allah Taksimi Mi? Kul Taksimi Mi?
Çocuklar, mahallede birbirlerine girmişler. Kavga döğüş, kıyamet!… Ele
geçirdikleri bir kucak cevizi bir türlü doğru dürüst
bölüştüremiyorlarmış. Kavganın kızıştığı bir sırada Hoca da oradan
geçiyormuş. Çocuklar koşarak ona başvurmuşlar:
– Hoca Efendi, ne olur, şunları bize güzelce bölüştürüver!
Çocuklar bir kenara çekilmişler. Hoca geçmiş cevizlerin başına:
– Çocuklar demiş, Allah taksimi mi istersiniz, yoksa kul taksimi mi?
Çocukların hepsi birden:
– Allah taksimi, Allah taksimi!
Diye bağırmışlar. Bunun üzerine Hoca bir avuç ceviz alıp bir çocuğa
vermiş. Arkasından iki cevizi bir başkasına, birkaç avucu ötekine, beş
altı taneyi berikine… Bazı çocuklara da hiç vermemiş. Çocuklar Hoca’ya
itiraza başlamışlar.
– Bu nasıl taksim Hoca Efendi, haksızlık ettin!
Demişler. Hoca da:
– Çocuklar demiş, siz benden Allah taksimi istemediniz mi?… Allah
taksimi böyledir. O, dilediğine az, dilediğine çok verir, hiç vermediği
de olur, herkes kısmetine boyun eğer!…
Kaz Gibi
Hoca, abdest alırken suyu bitmiş. Bunun için tek ayağını yıkayamamış.
Namaz esnasında tek ayağı üzerinde duruyormuş.
– Hoca, neden tek ayak üzerinde duruyorsun? Diye sormuşlar. Hoca şöyle cevap vermiş:
– Bu ayak abdestli değildir.
Lütfunda hoş, kahrında
Günün birinde uzun bir yolculuktan dönen Hoca, güneş altında koşmaktan yorulur ve dua etmeye başlar.
– ‘Aman Allah’ım çok yoruldum, daha fazla yürüyemiyorum. Lütfen bana bir eşek gönder.’
Kısa bir zaman sonra Hoca yanında eşek de taşıyan bir atlı genç görür. Buna çok sevinir.
Atlı yaklaşınca Hoca’yı görür ve ona şöyle der:
– ‘Sen tembel adam! Niçin burada oturuyorsun? Bak benim eşek yolculuktan
ve sıcaktan bitkinleşti. Buraya gel ve onu bir sonraki şehre kadar
taşı!’
Önce Hoca itiraz etmek ister, fakat genç adamın kendisini döveceğini hissedince korkar.
Böylece Hoca eşeği bir sonraki şehre kadar taşımaya razı olur. Yorucu birkaç saatten sonra şehre varırlar.
Genç adam Hoca’yı dışarıda bırakarak hana girer. Bunu gören Hoca yorgunluktan yere yığılır ve şöyle dua eder:
– ‘Oh, aman Allah’ım, artık çok şey öğrendim. Bundan sonra dualarımda dikkatli olacağım.’
Yağmurdan Kaçıyormuş!
Bir gün, bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken, Hoca da evinin
penceresinde oturarak sokağı seyrediyormuş. Bir ara dostlarından birini,
cüppesinin eteklerini beline dolayarak koşa koşa evine giderken görmüş
ve pencereyi açarak seslenmiş:
– “İnan olsun ki çok ayıp! Senin gibi aklı başında, olgun bir adam, Allah’ın rahmetinden kaçar mı?…”
İçinden Hoca’ya hak veren adamcağız, bu sefer ağır ağır yürümeye
başlamış; fakat tepeden tırnağa ıslanmış olarak evine varınca, Hoca’nın
oyununa uğradığını anlamış. Günün birinde Hoca yolda yağmura tutulmuş;
koşar adım evine yönelmiş. Birkaç gün önce kendisiyle alay ettiği
ahbabının evi önünden geçerken adamcağız “taşı gediğine koymanın tam
zamanı” diyerek, evin penceresinden Hoca’ya bağırmış:
– “Hocam, Hocam, Allah’ın rahmetinden niçin kaçıyorsun, ayıp değil mi
sana?” Hoca, hiç istifini bozmadan koşmaya devam ederek şu cevabı
vermiş:
– “Hay anlayışsız, hay!… Ben rahmetten kaçmıyorum; tam tersine yere düşen rahmetleri çiğnememek için koşuyorum!… “
Büyük Farklılık
Hoca, namaz kıldırıp vaaz vermek ve biraz para elde etmek için üç günlük
uzaklıktaki bir köye gitmiş, bir ağanın evine konuk olmuş. Ağa, Hoca’ya
bir şey okutmuş, sonra aynı şeyi kendisi okumuş. Hoca’ya bir satır yazı
yazdırmış, altına aynı yazıyı kendi de yazmış. Sonra demiş ki:
– “Gördün ya, sen okudun, ben de okudum. Sen yazdın, ben de yazdım. Sana ne hacet, aramızda ne fark var?” Hoca:
– “Dur demiş, aramızda büyük bir fark var”: Ben üç günlük yolu, yarı aç
ve yaya geldim, sense burada rahat huzur içinde yan gelip yatıyorsun.
Kıyamet
– Kıyamet ne zaman kopar? Diye Hoca’ya sormuşlar, O’da:
– 2Hangi kıyamet?’ demiş.
– ‘Kıyamet kaç tanedir?’ demişler.
– ‘Aslında kıyamet iki tanedir. Kişinin kendi ölümü küçük kıyamet,
dünyanın parçalanması ise büyük kıyamettir. Bizim ev için sorarsan karım
ölürse küçük kıyamet. Ben ölürsem büyük kıyamet!’ diye karşılık vermiş.
Ezan
Nasreddin Hoca bir gün hem ezan okuyor, hem de camiden koşarak çıkıyormuş.
– “Niçin hem ezan okuyor, hem de camiden koşarak çıkıyorsun? Diye birisi bağırmış.
Hoca şöyle inandırıcı bir cevap vermiş.
– “Bakalım sesim nerelere kadar varıyor diye dinlemeye gidiyorum.
Aferin
Hoca kırda dolaşırken bir de li çobana rastlar. Çoban:
– “Sen Hoca mısın?” diye sorar. Hoca:
– “Evet,” der.
– “Sana bir şey sorsam bilir misin?”
– “Bilirim sor!…” der.
– “Bilmezsen sormayayım. Zira kime sorduysam cevap veremedi.”
– “Sor dedik ya…” der.
– “Her ay yeni ay çıkıyor, sonra incelip kayboluyor. Sonra yine yenisi
çıkıyor. O eskilerini ne yapıyorlar?” – “Bu kadarcık şeyi bilemedin
mi?… Bir kısmını kırpıp kırpıp yıldız yaparlar, gökyüzü onlarla dolu.
Bir kısmını da uzatırlar şimşek yaparlar, yağmurlu ve fırtınalı günlerde
kılıç gibi uzar, sen bunları hiç görmedin mi?” der.
Çoban biraz düşünür ve daha sonra:
– “Aferin be, der. Gerçekten tam bir Hocaymışsın. Ben de öyle düşünüyordum.”
El Yazısı
Nasreddin Hoca iyi bir eğitim görmüştü. Bölgenin en iyi okullarına
gitmişti. Bunu bilen ve okuma yazma bilmeyen bir komşusu bir gün Hoca’ya
gelmiş:
– “Hoca” demiş. “Oğlum Konya’da. Ona bir mektup yazar mısın?” Hoca da:
– “Ben Konya’ya gidemem” demiş.
– “Sana, Konya’ya git demedim mektup yazmanı istedim.” Hoca:
– “Benim el yazımı benden başka kimse okuyamayacağında mektubu okumak için kendim gitmeliyim.”
Tok Olmak İçin
Bir köy imamı Nasreddin Hoca’yı misafir olarak kabul eder. Ev sahibi de ona şöyle söyler:
– “Beyim! Beyim! Siz yorgun musunuz, yoksa susuz musunuz? Karnı aç olan Hoca şöyle cevap verir:
– “Buraya gelmeden önce bir su kaynağının önünde uyumuştum da.”
Doksan Dokuz
Bir devirde Nasreddin Hoca büyük bir para sıkıntısına düşmüş. Ne yapsın? Başlamış gece gündüz evinde yüksek sesle dua etmeye:
– “Yarabbim, bana yüz altın ver! Doksan dokuz olursa asla kabul
etmem…” Onun durmadan böyle dua ettiğini duyan zengin bir komşusu
merak etmiş. Yanına doksan dokuz altın alarak görünmeden Hoca’nın damına
çıkmış. Tam Hoca aynı duayı sayıklarken başlamış bacasından teker
tekerk altınları atmaya. Hoca, bacasından altın yağmaya başladığını
görünce, Allah’ın nihayet duasını kabul ettiğine inanarak koşmuş.
Başlamış altınları toplamağa… Bir taraftan da sayarmış. Altınların
sayısı doksan dokuz olunca:
– “Buna da şükür Allah’ım! Varsın doksan dokuz olsun! Diyerek altınları
cebine indirmiş.” Bacanın tepesinde bu işin sonunu bekleyen zengin komşu
hemen telâşlanmış. Yukarıdan seslenmiş:
– “Hoca! Hoca! Hani altınlar doksan dokuz olursa kabul etmeyecektin! Oldu mu ya!” Hoca pişkin bir tavırla şöyle cevap verir:
– “Doksan dokuz altını veren Allah, elbette birini de verir.”
İmtihan
Karısı ve dört çocuğuyla beraber tek göz evde yaşayan bir adamı ziyarete
giden Hoca halinden şikayet eden adama, kendisine yardım edeceğini ama
öncelikle bir şartı yerine getirmesi gerektiğini söyler. Adam hemen
kabul eder ve sarılıp Hoca’nın ellerini öper. Hoca, adama eşeğini,
keçisini ve tavuklarını da evin içine almasını ve haftaya kendine
gelmesini söyleyince adam önce buna şaşırsa da Hoca’nın bir bildiği
vardır deyip çaresiz kabul eder. Ertesi hafta gelen adam bir haftada
canıma tak etti Hocam ne yapacağız şimdi der. Hoca, gayet sakin eşeği
evden çıkarmasını ve haftaya tekrar gelmesini söyleyip adamı gönderir,
diğer hafta keçiyi sonrada tavukları evden çıkarttır. Sonunda adam
gelerek:
– “Allah senden razı olsun Hocam sanki dünyaya yeniden doğmuş gibi oldum.”
Tanrı Misafiri
Hoca bir gün evinde uğraşırken, gücü kuvveti yerinde fakat utanmadan
aylak aylak gezen bir adam, Hoca’nın kapısını çalar ve tanrı misafiri
olduğunu söyleyince, Hoca elindeki işini bırakıp benimle gel diyerek
adamı Akşehir’in merkezine getirir ve camiyi işaret ederek:
– “Sen yanlış kapıyı çaldın adamım eğer tanrı misafiriysen bak işte tanrının evi orası!”
Hazırlık
Nasreddin Hoca’yı siyah cübbe giymiş halde gören biri sorar:
– “Hayrola Hocam cenaze mi var?” Hoca:
– “Cenaze yok ama ben hazırlıklı olayım dedim.”
Dolana Kadar
Hocaya sormuşlar:
– “Hocam bu insanların doğup ölümü ne zamana kadar böyle sürecek?”
– “Cennet ve cehennem dolana kadar.”
Nefesin Gücü
Keçisi yaralanan adama komşuları yaraya katran sürmesinin iyi geleceğini
söylerler fakat katrana para vermek istemeyen uyanık adam bizim
Hoca’nın yanına gelerek:
– “Hocam sizin nefesiniz kuvvetlidir. Bir okusanız da şu keçimin yarası iyileşse.” Diye ısrar edince Hoca dayanamaz:
– “Tamam senin istediğin gibi olsun, bir şeyler okuyalım ama çabuk
iyileşmesini istiyorsan benim nefesime biraz katran karıştırman lazım!”
Saygı
Bir gün Hoca, eşeğine binerek , arkasına takılan bir kısım insanlarla
birlikte, camiden eve dönerken birdenbire durur, hayvandan iner ve yüzü
insanlara dönük olarak eşeğe ters biner, yani semere ters oturur. Bunu
görenler yaptığı hareketin nedenini sorarlar. Hoca şöyle der:
-Düşündüm taşındım, eşeğime böyle binmeye karar verdim çünkü
saygısızlığı hiç sevmem. Siz önüme düşseniz, arkanızı bana dönmüş
olacaksınız; usulsüzlük saygısızlık olur. Ben önde gitsem, size arkamı
çevirmiş olacağım ki bu da doğru değildir. Böyle ters bindiğim zaman ise
hem ben önünüzden giderim, siz de ardımdan gelmiş olursunuz; hem de
karşı karşıya bulunuruz!
Adamına Göre
Hoca arkadaşıyla birlikte yolda yürürken yanına yanaşan iyi giyimli bir dilenci Hoca’dan sadaka ister. Hoca:
– “Alacağın parayla ne yapacaksın?” diye sorunca dilenci:
– “Kendime yeni bir elbise ve ayakkabı alacağım, sonra arkadaşlarıma
yemek ısmarlayıp akşama da kahvehaneye gideceğim.” der. Hoca cebinden
bir altın çıkarıp verir, biraz yürüdükten sonra üstü başı eski bir
dilenci daha yanaşır ve para ister. İsteme sebebi olarak da yemek için
peynir ve ekmek alacağını söyler. Bu defa Hoca yeni bir elbise,
ayakkabı, arkadaşlarıyla beraber yemek yeme ve sonrada kahvehaneye gidip
gitmeyeceğini sordu. Dilenci:
– “Ben dindar birisiyim, vaktimin çoğunu ibadetle geçiririm, sorduğunu
şeyler için istemediğini söyler. Hoca elini kesesine atıp bir kuruş
verir. Durumu merak eden arkadaşına da:
– “İlk dilencinin masraflı alışkanlıkları var rahat bir hayat istiyor,
diğeri ise nefsinin isteklerini kırarak yaşayan sade bir insan.”
şeklinde izah eder.
Fincancının Katırları
Hoca bir gece mezarlıktan geçerken aniden ayağı kayar ve eski bir
mezarın içine düşer. O anda aklına geceyi orada bir ölü gibi geçirerek
yazıcı melekleri görme fikri gelir. Hemen yatar ve beklemeye başlar. Bir
süre sonra mezarlığa yaklaşmakta olan fincancı kervanından yükselen
katırların çan sesleri, katırcıların konuşmaları, homurtular derken
iyice yaklaşan seslerden korkan Hoca kıyamet vakti geldi sanarak
dışarıda ne olduğunu görmek için mezardan dışarı çıkınca bir anda yarı
çıplak Hoca’yı gören katırlar ürker. Hortlak görmüş gibi her biri bir
tarafa kaçışan katırlar bütün yükleri yerlere yuvarlar, fincanları zayi
ederler. Bunun üzerine sinirlenen fincancılar koşup Hoca’yı yakalarlar:
– Be adam gecenin bir vakti ne yapıyorsun burada? derler. Hoca korkudan kekeleyerek
– Be be ben öbür dünyadan geldim. Bir bakayım burada işler nasıl
gidiyor. Deyince adamlar Hoca’yı bir güzel pataklarlar. Bin perişan eve
dönen Hoca’yı telaşlı karısı karşılar:
– Ee anlat bakalım ne bu halin? Öbür dünya nasıl? Ne var?…Hoca biraz vakurlu biraz üzgün:
– Hiç bir şey. Ta ki fincancı katırlarını ürkütene kadar.
Komşuluk
Ayın Değeri
Nasreddin Hoca bir gün pazarda dolaşırken Adamın Biri yanına yaklaşıp:
– “Hoca efendi bu gün ay kaça geldi?” demiş.
Hoca da adama:
– “Valla bilmiyorum. Bugünlerde hiç ay alıp satmadım.”
Adam Yapmak
Nasreddin Hoca bir gün doğramacı dükkanından geçerken ustanın saklı bir şey inşa ettiğini görür.
– “Be adam, sen ne marifetli bir adammışsın” der. Usta:
– “Öyledir, ben adamdan adam bile yaparım” diye cevap verir. Aradan bir zaman geçer Hoca:
– “Geçen gün bana adamdan adam yaparım demiştin, takımını al da gide
lim” diye ısrar eder. Doğramacı keser, testere, burgu alıp gelir. Görür
ki adam parça parça olmuş.
– “Bundan adam olmaz” deyince, Hoca da:
– “Nasıl olur ise olsun, bir dolap oğlan çıkmaz mı, yapıver gitsin”
Davetiye
Nasreddin Hoca’nın komşusu evlenirken Hoca’dan davetiye dağıtmasını
istemiş.Hoca şehirde kendini beğenmiş olarak ün kazanan bir zenginin
davetiyesini vermeye gitmiş.Hoca’yı gören zengin sinirinden :
-Davetiyeleri dağıtmaya iyi bir insan bulamamışlar mı? demiş.
Nasreddin Hoca :
-İyi insanlar da vardı, ama onlar iyi insanların davetiyelerini vermeye gitti, diye cevap vermiş
Benden Yana mısın? Ayıdan Yana mı?
Nasreddin Hoca bir gün yolda yürürken yanına bir adam yaklaşıyor ve şöyle diyor;
– Hocam, şimdi bir ayı gelse ne yaparsın? Nasreddin Hoca hemen yerden
iki taş alıyor ve bunlarla kendimi savunurum, diyor. Adam tekrar
soruyor;
– Diyelim ki taş yok o zaman ne yapacaksın? Hoca bu sefer;
– Kaçarım, diyor. Adam da;
– Ayı senden hızlı koşar ve seni yakalar, o zaman ne yapacaksın? Hoca;
– Ağaca çıkarım, diyor. Adam tekrar;
– Ayı da ağaca çıkar, o zaman ne yapacaksın? Hoca artık dayanamaz ve şöyle der;
– Bre hain, bre hain sen benden yana mısın yoksa ayıdan yana mısın?
Ben Uyuyorum
Bir gün Nasreddin Hoca şehire gelip, bir arkadaşıyla birlikte handa kalmış. Gece yarısı arkadaşı sormuş:
– “Hocam, uyudunuz mu?”
– “Buyurun bir şey mi var?”
– “Biraz borç para isteyeyim demiştim.” Nasreddin Hoca derhal horlamaya başlayıp:
– “Ben uyuyorum!”
Çaresi
Nasreddin Hoca pazara giderken mahalleden şakacı biri yanına gelip:
– “Efendim akşam uyurken fare ağzıma kaçtı.Bunun çaresi nedir?”
– “Çaresi kolay demiş Nasreddin Hoca, acıkmış bir kediyi ağzınıza sokup yutun!”
Kardeşlik
Bir gün Nasreddin Hoca eşeği ile giderken bir komşusuna rastlamış. Adam Hocayla alay edip :
– “Hocam, iki kardeş nereye gidiyorsunuz?” diye sormuş. Nasreddin Hoca:
– “Evet efendim, kardeşiniz ‘canım sıkıldı bir ahbabın evine götürün’
dedi de onu sizin eve götürüyorum. Size rastladık yolumuz kısaldı”
Halep Oradaysa Arşın Burada
Palavracının biri başına topladığı üç beş cahile karşı övünüp duruyormuş :
– İşte ben güçlü ve maharetli bir adamım. Evet ben Halep’te bulunduğum
sıralarda altmış arşın uzağa atlamış bir kimseyim!.. Nasreddin Hoca da
bu sırada oradan geçiyormuş. Palavracının yanına yaklaşıp :
– Yaa demiş demek sen altmış arşın atlarsın. Haydi atla da görelim. Adam
hık mık etmiş. – Ama demiş ben Halep’te atladım. Hoca kızmış : – Canım
demiş, Halep oradaysa arşın burada.
Taşradan Haberler
Adamın biri gezdiği yerlerdeki olayları anlatmaktadır; su baskınları,
yangınlar, kudurmuş köpekler, cinayetler…. Hoca bir süre dinledikten
sonra sözünü keser:
– “Taş üstünde taş kalmazdı dolaşsaydın hala taşrada”.
Cimri
Bencil bir adam çaya düşmüş. Başlamış çırpınmaya.Hemen koşup
köylüler.”Elini ver, elini ver” diye bağırmışlar. Ama adam elini
uzatmamış. Tam göz göre göre boğuluyormuş ki !Hoca seslenmiş:
– “Yahu! o vermeyi bilmez. ‘Elimi al’ diye bağırsanıza”
Tavuklar Arasında Bir Horoz
Hoca’nın ahbapları toplanıp, Hoca’ya bir oyun oynamaya karar vermişler.
Her şeyi önceden hazırladıkları gibi yapmak için de anlaşmışlar.
Bu sırada Hoca olacaklardan habersiz bir şekilde dostlarını görünce
sevinmiş; “Çok şükür, sohbet edecek birkaç dost var” deyip tesbihini
sallaya sallaya yanlarına gitmiş.
Dostları, “Hoca Efendi, Hoca Efendi, temizlik imandan gelir derler. Biz
hamama gidiyoruz, sen de gelir misin?” dediklerinde Hoca, “Tabii
gelirim, hemen gide lim” deyip onlara katılmış.
Hamamın önüne gelmişler: “İşte, bu civarın en güzel hamamı… Ne
dersiniz Hoca Efendi, girelim mi?” diye sormuşlar. Hoca da “Hay hay!”
deyip kabul etmiş.
Hamamda güzel güzel yıkandıktan sonra, havadan sudan konuşurlarken biri,
“Bir teklifim var. Hepimiz yumurtlayalım. Kim yumurtlayamazsa hamam
paralarını o ödesin” demiş.
Biraz sonra hepsi, “Gıt gıt gıdaaak… Gıt gıt gıdaaak…” diye
gıdaklamaya başlamışlar. Sonra da daha önce sakladıkları yumurtaları
birer birer çıkarıp ortaya koymuşlar. Hoca bir oyuna geldiğini hemen
anlamış.
İçinden “şimdi gösteririm ben size” diyerek “Kukurikuuuuuu, kukurikuuu!”
diye ötmeye başlamış. Dostları hayretler içinde, “Hoca Efendi, aklını
mı oynattın. Neden durmadan ötüp duruyorsun?..” diye sormuşlar. Hoca da:
– “Be yumurtacılar, bu kadar tavuğa bir de horoz lâzım değil mi?” diye cevap vermiş.
Eşeğin Sözü
Adamın biri Hoca’dan eşeğini ister fakat evde olmadığını söylediği sırada ahırdan anırma sesini duyunca:
Aşkolsun Hocam bunca yıllık komşuyuz. Bak işte sesi geliyor. Hoca hemen cevabı yapıştırır:
-“Ne yani şimdi kırk yıllık komşuna değil de kılkuyruk eşeğin sözüne mi
inanıyorsun?!” der. Komşu ısrar edince eşeğe fikrini sorup gelir ve:
– “Razı olmadığını ve iyilik etme eloğluna, kemlik bulursun” dediğini bildirir.
Subaşının Eşeği
Eşeği kaybolan Subaşı, ateş püskürmüş: Halk zoraki aramaya başlamış.
-Hocam, böyle türkü söyleyerek ne yapıyorsun diyen komşusuna Hoca:
-Subaşının kaybolan eşeğini arıyorum! demiş. Adam ,
-Peki , böyle türkü söyleyerek eşek mi aranır a Hoca?
Perde
-Hadi bir şeyler çal da dinleyelim diye Hoca’nın eline sazı tuttururlar!
Bir elini perdeye basıp diğerini aşağı bir yukarı teller üzerinde
rasgele vurunca,
-Aman Hoca demişler, ustalar böyle mi çalar? Perdeler üzerinde usulüyle gezinmek gerek …
-Onlar perdeyi bulamazlar, aramak için gezinip dururlar. Ben buldum işte. Niçin boşu boşuna gezinip durayım, demiş. Gülmüş.
Leylek
Hocaya yolda buldukları bir leylek getirmişler. Daha önce hiç leylek
görmemiş olan Hoca uzun gagası ve bacaklarını çok yadırgamış.Tutup bir
güzel kesivermiş onları. Sonra da yüksekçe bir yere koymuş. Karşısına
geçmiş. Yaptığı işten memnun, seslenmiş:
– Bak şimdi kuşa benzedin.
Önsezi
Hoca ormana gitmiş.Oturmuş bir dalın üstüne, başlamış kesmeye.Aşağıdan geçen bir yolcu Hoca’ya seslenmiş:
– ‘Hocam! İnsan oturduğu dalı keser mi ? Şimdi düşeceksin.’ Hoca adama
aldırmamış; işine devam etmiş. Az sonra dal kırılmış.Hoca, cumburlop
düşmüş. Düştüğü yerden perişan seslenmiş:
– ‘Düşeceğimi bildin ne zaman öleceğimi de söyle bari.’
Herkese Kıyamet
Nasreddin Hoca’nın bir danası varmış. Bir grup uyanık bu danayı
boğazlatmak için aralarında anlaşırlar. Hoca’nın yanına giderek,
“Haberin var mı, yarın değil öbür gün kıyamet kopacak…biz bir araya
gelip eğleneceğiz, seni de meclisimize isteriz” derler. Hoca “baş
üstüne” deyip cemiyete dahil olur. Adamlar, “Hoca danayı da götürelim”
derler. Hoca da kabul eder. Seyir yerine vardıkları zaman Hoca’ya :
-“Nasıl olsa öbür gün kıyamet kopacak, gel bu danayı kesip yiyelim”
derler. Hoca da aldanıp kabul edince, dana kesilir. Ateş yakılıp kazan
kurulur. Uyanıklar Hocayı ateşin başında bırakıp oyun dalar ve biten
odun ihtiyacında oyun bahanesiyle yanıtsız bırakınca Hoca bunların
elbiselerini atar kazanın altına odun yerine yakar. Uyanıklar, Hoca’ya
çıkışırlar. Hoca’da, “Nasıl olsa öbür gün kıyamet kopacak” diyerek
onları teselli eder. İkna edemeyince de kendisine yapılanın iç yüzünü
anlar,
– “Maşallah kıyamet yalnız bizim dananın başına mı kopsun, cümle ile beraberiz”
Yoksulun Malı
Hoca’yı bir şölene davet etmişler. Sofraya oturulunca, Hoca ağzındaki
sakızı çıkarıp burnunun ucuna yapıştırmış. Bunu görenler: Sakızı koyacak
başka yer bulamadın mı?
-Ne olur ne olmaz, yoksulun malı gözünün önünde gerek.
Ye Kürküm
Hoca bir ziyafete katılır fakat kalabalıktan bir türlü kendisiyle
ilgilenen olmaz. Gel zaman aynı adam bir başka ziyafette yine hocayı
çağırır fakat hoca bu defa kolları ve yakaları süslü kürkünü giymiştir.
Daha salona girer girmez ayakta karşılanıp baş köşeye oturtulunca hoca
tebessüm eden bir yüzle kürküne bakar ve:
– “Ye kürküm ye” der
Kazan Doğurdu
Hoca komşusundan ödünç aldığı kazanı iade ederken içine bir tencere
koyar ve kazan doğurdu diyerek verir. Halinden memnun komşu ikinci kez
kazanı aldığında aradan uzun zaman geçmesine rağmen gelmeyince evine
gittiği hocadan “senin kazan öldü cevabını alınca”:
-Olur mu hocam hiç kazan ölür mü? der, Hoca’da
-“Doğurduğuna inandın da öldüğüne niye inanmazsın be adam!
Kilim
Hoca, bir köye konuk olmuş. Birkaç gün sonra Hoca’nın heybesi kaybolmuş.
Köy ağalarına, “bana bakın” demiş, “heybemi bulursanız bulun, yoksa ben
yapacağımı bilirim.” Ağaları bir telaştır almış, köylüleri
sıkıştırmışlar, nihayet heybe bulunmuş.
Ağalardan biri merak edip “Hocam” demiş, “heybe bulunmasaydı ne yapacaktın bize?”
Hoca cevap vermiş:
– Size yapacağım bir şey yoktu. Evde eski bir kilim vardı, onu bozup heybe yapacaktım.
Alışkanlık
Bir gün Hoca’nın komşularından birisi Hoca’ya neden daima soruyu zıt bir soruyla cevapladığını sorar. Hoca da,
-“Af edersiniz bu benim alışkanlığımdır da!”
Mazeret
Komşunun biri Hoca’dan ip ister. Hoca içeri girip çıkar,
– “İpe un serilmiş”, der.
Komşu hayretle başını sallar:
– “Öyle mi Hoca! Nasıl olur da ipe un serilir?”
Hoca buna karşılık şöyle cevap verir:
– “Ben onu ödünç vermek istemedikçe her şey mümkün!”
Kendim Sandım
Hoca, bir gün, bir münasebetle birisiyle konuşur, uzun müddet dertleşir.
Adamcağız giderken “bağışla” der, “tanıyamadım, kimdin sen?” Adam,
“tanımıyordun da” der; “bunca vakittir ne diye uzun uzun konuştun
benimle?” Hoca der ki:
– “Baktım, kavuğun kavuğuma benziyor, kaftanın kaftanıma, seni kendim sandım.”
Yalnız Ağzını Açtı
Geveze bir adam bir defasında bir toplantıda konuştuğunda, Hoca sık sık
esner. Toplantıya katılanların hepsi de evlerine dönerler. Geveze adam
Hoca’ya: “Hoca! Hoca! Siz ağzınızı hiç açmadınız” der. Hoca da hemen
şöyle cevap verir:
– “Ne yapmalıydım yani? Ağzımı öyle açtım ki, az kalsın ağzım parçalanacaktı.”
Bu Keçi Mi Yoksa Fil Miydi?
Hoca’nın pek güzel, haşarı bir kuzusu varmış. Komşusu, ikide birde
“Hoca” dermiş, “ne olur, şu kuzuyu kes de bize bir ziyafet çek” Hoca “o
benim eğlencem” der, ama bir türlü dediğini yapmazmış. Adam, Hoca’ya
muziplik olsun diye bir gün kuzuyu keser. Hoca’yı da davet edip bir
ziyafet çeker, sonradan da işi anlatır. Hoca, bu duruma çok üzülür.
Komşusunun bir tiftik keçisi varmış. O da onu tutup keser ve afiyetle
yer. Komşusu, keçisinin kaybolduğuna yanar yakılır, her mecliste, “tüyü
şöyle uzundu, boyu böyle güzeldi” diye devamlı keçisinden bahsetmeye
başlar. Bir yıl geçer, her sohbette keçi bahsi bir türlü tükenmez.
Nihayet bir gün her şeyden bezmiş olan Hoca, dayanamaz ve oğluna şöyle
der:
– “Del i gönül diyor ki, çıkar şu keçinin postunu ortaya da keçi miydi, fil miydi, görsün herkes!”
Gecelik Kavuğu
Hoca, bir akrabasına gece yatısına gitmiş. Nihayet yatma vakti gelince,
kendisine ayrılan odaya girip soyunmuş. Sıra gecelik kavuğu giymeğe
gelmiş. Hoca, kavuğu başına geçirir geçirmez boğulacak gibi olmuş.
Kavuk, adamakıllı bol ve uzun olduğundan Hoca’nın boynuna geçivermiş. Ne
yaptıysa kavuğu başına uyduramayan Hoca, mendilini çıkarıp kavuğu
ortasından sıkıca bağlamış ve başında durabilecek bir duruma getirmiş.
Sabahleyin ev sahibi kavuğu görünce:
– “Hocam, kavuğu boğmuşsun!..” demiş. Hoca da:
– “Birader, ben onu boğmasaydım, o beni boğacaktı!…”
Hoca ve Çaylak
Hoca bir gün ciğer almış, evine gidiyordu. Bir çaylak geldi, elinden
ciğeri kapıp gitti. Başka bir gün Hoca sokakta giderken elinde ciğer
bulunan bir adama rastladı, hemen davrandı ve adamın elinden ciğeri
kaptı, yüksek bir taşın üstüne çıkıp oturdu. Adamcağız sordu:
– “Bre Hoca nedir bu yaptığın?” Hoca şu cevabı verdi:
– “Kendimi denemek için ben çaylak oldum!”
Kafasını Unutmasın
Akşehir’in zenginlerinden birinin köşküne ziyarete gelen Hoca’yı kapıda
karşılayan hizmetçi efendisinin evde olmadığı konusunda diretince Hoca:
– “Efendine söyle bir daha evden çıkarken ikinci kattaki pencerenin kenarında kafasını unutmasın!”
Yemek
Benim ne yediğimi niçin sormazsınız
Nasrettin Hoca, bir köyde vaaz veriyormuş. Laf arasında Hazreti İsa’nın göğün dördüncü
katında olduğunu söylemiş… Vaazdan sonra, bir kadın Hoca’ya yanaşmış :
– “Hazreti İsa, orada ne yer, ne içer?” demiş.
Hoca’nın tepesi atmış :
– “Ey hatun, köyünüze geleli şunca zaman oldu, benim ne yiyip, içtiğimi sormazsın da, Allah’ın peygamberini sorarsın!
Şair Hoca
Bir gece Hoca, birdenbire uyanır; mışıl mışıl uyuyan karısını dürter :
-Kalk, çabuk şu mumu yak, aklıma bir şiir geldi, hemen yazıvereyim!
Deyince, karısı kalkıp mumu yakar, diviti ve kağıdı Hoca’nın önüne
koyar.Hoca, çabuk çabuk bir şeyler yazdıktan sonra yatmak üzereyken
karısı merakla sorar :
-Efendi, şu yazdığını oku bakalım bana!
Hoca nazlanmadan yazdığı şiiri okur :
-‘Yeşil yaprak arasında kara tavuk kızıl burnu’
Farz
Nasreddin Hoca’nın evine bir gün üç molla misafirliğe gelir. Üçü de
birbirinden obur şeylermiş. Hoca ne yemek çıkarmışsa silip süpürmüşler. O
kadar ki sahanlarda yemek bitince, bunu da “sünnettir” diye ekmekle
iyice sıyırırlarmış. Bu sırada odaya Hoca’nın oğlu girmiş. Mollalar
Hoca’yı memnun etmek için:
– Aman ne güzel çocuk…Adı ne bunun?” diye sormuşlar.
Hoca:
– “Adı Farzdır,” demiş. Mollalar şaşırıp birbirlerine bakmışlar:
– “Bu ne biçim isim Hoca Efendi? demişler. Şimdiye kadar böyle bir isim hiç duymamıştık.” Hoca hemen taşı gediğine koymuş:
– “Ya, sünnet diyeyim de onu da mı yiyin? “
Allah Biliyor
Nasreddin Hoca bir cimri tanıdığının evine gittiğinde tanıdığı ona bayat
ekmek ile bir tabak bal ikram etmiş. Nasreddin Hoca bayat ekmeği dişi
kesmeyince sinirinden balı kaşıkla yemeye başlamış. Ev sahibinin gözü
yerinden oynamış :
– “Aman efendim, bal ekmekle yenmez ise, insanin içini sıyırır” Nasreddin Hoca hiç ses çıkarmadan balı bitirmiş ve :
– “Kimin içinin sıyrıldığını Allah biliyor”
Balık Başı
Hoca yolculuk sırasında mola verip bir hana girer, bu sırada hana bir
başka yolcu daha girer ve ikisi birden hancıdan yiyecek bir şeyler
isterler. Fakat hancı yiyecek olarak sadece bir balık olduğunu söyler ve
bunu paylaşmalarını önerir. Bunun üzerine Hoca
– “Ben balığın sadece başını yiyecem” der. Hancı bunun nedenini sorar, Hoca’da:
– “Balık başı zekayı arttırır,balık başı yiyen insan akıllı olur” der. Bunun üzerine diğer yolcu hemen atılır ve Hocaya:
– “Balık başını niye sen yiyeceksin, ben yemek istiyorum” der. Hoca da
itiraz etmez ve balığın koca gövdesini Hoca yer ve bir güzel karnını
doyurur, diğer yolcu ise sadece balığın başını yer ve sonra Hocaya
seslenir:
– “Sen koca gövdeyi yedin karnını doyurdun ben sadece kafayı yedim aç kaldım” der Hoca da bunun üzerine:
– “Bak nasıl da hemen akıllandın”
Ateş Düşünce
Hoca’ya misafir olan arkadaşı acele edip mantıyı hemen ağzına atınca
boğazı yanmış. Boğazının yandığını belli etmemek için başını tavana
doğru dikmiş ve sormuş :
-Hocam bu tavanı ne zaman yaptınız. Hoca hemen :
-Boğazına ateş düştüğü zaman..
Baklava
Hoca akşamleyin eve doğru yürürken, baklava seven bir köylüyle karşılaşır.
-Hocam, biraz önce bir adam büyük bir tepsi baklava götürüyordu…
-Bana ne!
-Fakat adam tepsiyi sizin eve götürüyordu.
-O zaman sana ne!
Yemek
Bir gün Hoca köyde gidiyormuş. Birkaç yaramaz çocuk onu taşlamaya başlamışlar. Nasreddin Hoca onlara bağırmış:
– Şayet beni taşlamaya son verirseniz, size ilginç bir haber vereceğim.
Yaramazlar bunu kabul ederler.
– Peki, bize ne haberi vereceksin?
– Muhtar bedava yemek veriyor. Orada istediğiniz kadar pasta börek yiyebilirsiniz.
Çocuklar mümkün olduğu kadar çabuk muhtarın evine koşmuşlar. Bizim Hoca
bu parlak fikrine bir kez daha sevinmiş ve kendi kendine:
– ‘Ben de oraya gideyim, belki doğru olabilir’, demiş.
Davetsiz Misafir
Hoca, günlerden bir gün evine dönerken büyük bir konağa bir sürü insanın girip çıktığını görmüş.
Konaktan çıkanlardan birine yaklaşıp içerde neler olduğunu sorunca, adam: “düğün var” demiş.
Düğün lafını duyan Hoca’nın gözünde kızarmış tavuklar, hindiler, tepsi
tepsi pilavlar canlanmaya başlamış. Hemen oradan boş bir kâğıt bulup bir
zarfa koymuş, sonra da doğru konağa gitmiş. Uşaklardan birine:
“Efendini göreceğim, çok saygı değer birinden mektup getiriyorum…”
demiş.
Uşak hemen Hoca’nın önüne düşmüş, onu efendisinin huzuruna çıkarmış.
Hoca “Şenliğiniz mübarek olsun. Zamansız geldiğim için bağışlayın”
deyip, mektubu vermiş. Ve hemen ilk davette sofraya çökmüş, derhal iştah
ile atıştırmaya başlamış. Düğün sahibi Hoca’nın getirdiği zarfı bir
zaman elinde evirip çevirdikten sonra, “Efendi, bir yanlışlık olmasın.
Bu zarfın üzeri yazılı değil” diye sormuş.
Hoca da başını sofradan dahi kaldırmadan cevap vermiş:
– “Kusura bakmayın efendi hazretleri, biraz aceleye geldi. Esasında onun içi de yazılı değildir!”
Soğuk Hoşaf
Nasreddin Hoca bir gün arkadaşını ziyaret etmek için yola çıkıyor. Hava
öyle sıcak ki, Hoca’nın dili damağına yapışmış bir halde terliyor.
Hoca köye vardığında, arkadaşı şöyle söylüyor: “Ah Hoca, ne oldu böyle?
Sen ne kadar da yorgun görünüyorsun. Gel, eve gide lim ve buz gibi bir
soğuk hoşaf içelim. Sen onu içersen, dinlenirsin.” Arkadaşı Hoca’yı eve
getirmiş. Kaynatılmış erik hoşafını kurulan sofraya koymuş. Hoca’ya da
küçük bir kaşık vermiş! “Beraberce hoşafı içelim” diyerek kendisi de
büyük bir kaşık almış. Daha sonra soğuk hoşafı içmeye başlarlar. Hoca
şöyle söylenir: “Ne kadar da lezzetli. Fakat hoşaf bu küçük kaşıkla
içilmiyor.” Ev sahibi de yanan göğsünü serinletmeye çalışır. Arkadaşı
hoşafı içtikçe, bir eliyle de midesini tutar. “Ahh, çok yorulmuşum,
hoşafı içersem, tekrar hayatıma kavuşurum.” Der.
Adam içini çektiğinde, Hoca kendi kendine şöyle söylenir: “devamlı içini çeken ve ölmek isteyen ne utanmaz bir adammış bu?”
Bunun üzerine sabrı tükenen Hoca şöyle söyler:
“Hey, arkadaş! Devamlı ölmeye ne var? Büyük kaşığı bana ver ki, ben de kendimi öldürebileyim.”
Aklımda Olacağına Midemde Olsun
Bayram gecesi Hoca’nın karısı tatlı pişirmiş. Karı koca, konuşa gülüşe
yemişler, birazı da artmış, bunu da sabaha yeriz deyip kalkmışlar.
Uykuları gelince de yatmışlar. Yatmışlar amma Hoca’yı bir türlü uyku
tutmamış. Nihayet karısını dürtmüş:
– “Hanım kalk, kalk aklıma pek önemli bir şey geldi, durma, kalk.” Karısı telaşla kalkıp:
– “Ne var, hayrola” deyince
– “Şu artan tatlıyı getir”. Karısı, tabağı getirince
– “Çök yanıma” demiş. Oturup tabağı bir güzel temizlemişler. Sonra
– “Şimdi yatalım, uyuyalım. Hiç olmazsa tatlı karnımızda olsun.”
Büyük Yangın
Hoca’nın karnı pek açıkmış. Sofradaki çorbaya kaşığını daldırıp hemen
ağzına almış, yutmuş. Fakat çorba çok sıcakmış. Ağzı, boğazı müthiş bir
surette yanan Hoca, hemen sokağa fırlamış, bağırıp kaçmaya başlamış.
– ‘Savulun dostlar, karnımda yangın var.’
Üzerine
Hoca, arkadaşlarıyla şirin bir köye gezmeğe gitmiş. Akşama kadar yiyip
içerek eğlenmişler. Burasını pek beğenen arkadaşları, her biri bir
yemeği üzerine almak şartıyla birkaç gün daha kalmağa karar vermişler.
Kafileden birisi:
– “Böreği benim üzerime!” demiş. Ötekisi:
– “Eti benim üzerime!”
– “Meyvesi benim üzerime!” demiş.
Herkes üzerine bir yemek alırken Nasreddin Hoca:
– “Arkadaşlar, bu ziyafetler aylarca bile sürse buradan ve aranızdan ayrılırsam Allah’ın lâneti de benim üzerime!…”
Ekmek ve Kar
Kahvede bir masa sohbetinde yeni yemekler bulma fikri ortaya atıldı.
Hoca bunu sonuna kadar dikkatlice dinledi ve gayri ihtiyari:
– “Ben de bir defa kar ile ekmek yemeğini hazırlamıştım, ama o benim bile hoşuma gitmedi”, demiş.
Bayram Günü
Hoca bir gün yabancı bir memlekete gitmiş. Bakmış ki, bu şehrin bütün
halkı yiyip içmekte, eğlenmekte… Hocayı da davet ederek bir şeyler
ikram etmişler. Hoca doyduktan sonra şöyle söylemiş:
– “Tuhaf şey! Bu ne ucuz şehir böyle?” demiş. Bu sözü duyan adamın birisi:
– “Efendi, sen de li misin? Bugün bayramdır. Herkes evinden pişmiş bir
şeyler getirir, biz de burada yer, içer, eğleniriz” demiş. Hoca bunun
üzerine:
– “Keşke her gün bayram olsaydı, herkes mutlu olurdu” demiş.
Hoca’nın Tehdidi
Hoca büyük bir açlık hissetmeye başladığı anda uzak bir köye gelir.
Oraya vardıktan sonra bütün çiftçileri muhtarın yanına çağırttırır ve
kızgınlıkla şöyle der:
– “Ben köyünüzde kaldığım müddetçe bana yeterince yemek vereceksiniz.
Aksi halde gittiğim son köyde beni aç bıraktıklarında onlara yaptığımın
aynısını size de yaparım.”
Onu büyük bir büyücü sandıklarından önce korkarlar. Bundan dolayı da
istediği kadar ona yemek verirler. Birkaç gün sonra tekrar yola koyulmak
istediğinde köydeki meraklının biri sorar:
-“Eğer size yiyecek bir şey vermeseydik ne yapardınız?” Hoca o zaman
gülerek cevap verir. -“O zaman aç olarak yoluma devam ederdim. Son
gittiğim köyde de aynı şeyi yapmıştım.”
Hoca’nın Şansı
Günün birinde Hoca ve komşuları yiyecekler üzerine konuşmaya
dalmışlardı. Hoca bu konuşmayı sevmiş ve konuştukça da konuşmaya devam
etmişti. Bazen konuşur, bazen de dinlerdi. Oradakilerden biri Hoca’ya:
– “Hocam şu anda neye sahip olmak istersin?” diye sordu. Bunun üzerine Hoca düşünmeden:
– “Helvam olsun isterim. Uzun zamandan beri helva yemeye fırsatım olmadı” diye cevap verdi. Bunun üzerine komşusu:
– “Hocam bu niye böyle?” diye sordu. Hoca da:
– “Evet, unumuz olduğunda şekerimiz yoktur. Şu anda biraz şekerimiz var,
fakat yağımız yok. Yağı bulduğumuzda da, un bulamayız. Bu yüzden helva
yemedim” diye devam etti.
– “Çok doğru Hocam! Hepsinin tam olarak bulunduğu bir anınız olmadı mı?” diye arkadaşları sordu. Bunun üzerine Hoca:
– “Ha, o zaman da ben evde değildim” diye cevap verdi.
Hepsinin Tadı Aynı
Hoca, eşeğine iki küfe üzüm yüklemiş, evine götürüyormuş. Şehre girince
çocuklar başına üşüşüp “Hoca Hoca” demişler, “bize birer salkım üzüm
ver”. Hoca, çocukların çokluğunu görünce her birine üçer beşer üzüm
vermiş. “Hoca” demişler “bu kadar az verilir mi?” Hoca demiş ki:
– “Çocuklar, küfelerdeki bütün üzümlerine tadı da bir tanesinin tadı da aynı. Az yemekle çok yemek arasında bir fark yok ki.”
Boş Mideyle Uyku
Hoca bir gün misafirliğe gitmiş. Ev sahipleri de yemek yemişler. Hoca’yı
da yemek yedi sanmışlar ve yemek getirmemişler. O da sıkılmış, bir şey
söyleyememiş. Konuşulmuş, görüşülmüş, şerbetler içilmiş, Hoca’yı öbür
odaya götürüp yatağını göstermişler. “Allah rahatlık versin” deyip
gitmişler. Hoca, aç karnına bir türlü uyuyamamış. Sağa dönmüş, sola
dönmüş, ama yine de uyuyamamış. Kalkıp ev sahiplerinin odasına gitmiş,
kapıyı çalmış. “Hayrola Hocam ne var” demişler. Hoca demiş ki:
– “Efendim, yumuşak bir yatak yapmışsınız, rahatım kaçtı, uyuyamadım.
Bilirsiniz, biz fukaralıktan yetişmiş adamlarız. Siz bana bir kül pidesi
verin de yarısını yatak, yarısını yorgan yapayım, mışıl mışıl
uyuyayım.”
Suyunun Suyu
Günün birinde komşu köyden Ahmet adında biri elinde hediye bir tavukla
çıkagelir ve o akşam Hocanın evinde misafir olur. Bir hafta sonra
Ahmet’in arkadaşı olduğunu söyleyen bir başka kişi yine gelir ve Hoca
onu da evinde bir gece en güzel şekilde ağırlar. Bir zaman sonra
Ahmet’in arkadaşının arkadaşı olduğunu söyleyen biri daha gelir, Hoca
onu da sofraya oturtur ve önüne bir kase sıcak su koyar. Bu işe şaşan
adama Hoca tebessümle:
– “Bu Ahmet’in tavuğunun suyunun suyu” der.
Mum Ateşi
Koyu bir sohbet sırasında Hoca soğuk kıştan hiç rahatsız olmadığını
hatta geceleri evde ısınmak için ateş bile yakmadığını söyler. Fakat
kimse buna inanmaz. En sonunda iddiaya tutuşurlar. Şayet Hoca ateş
olmadan köyün meydanında sabaha kadar beklerse ona yemek
ısmarlayacaklar, yok eğer bekleyemezse Hoca hepsine evinde bir akşam
yemeğe davet edecektir. Hoca sabaha kadar meydanda bekler, sabah olunca
iddiayı kazandığından bahisle yemeği isteyince birisi itiraz eder:
– “Olmaz Hoca efendi ben gördüm, 300 metre ilerideki evde bir mum
yanmaktaydı. Bu nedenle bahsi kaybettin. Hoca ne kadar direndiyse de
adamlarla başa çıkamaz ve mecburen bir akşam yemeğe Hocanın evine cümbür
cemaat doluşurlar. Hoca ise yemeği hazırlamak için mutfağa geçer fakat
onca zaman geçmesine rağmen bir türlü yemeğin gelmediğini gören
davetliler sonunda mutfağa gelince bir de ne görsünler. Hoca tavandan
astığı kocaman bir kazanın altına koymuş bir mum ve kaynamasını
beklemiyor mu! Hep bir ağızdan:
– “İlahi Hocam! Hiç koca kazanla yemek mum ateşiyle kaynar mı?” derler. Hoca hemen taşı gediğine koyar:
– “300 metreden bir adamı ısıtan mum alevi 3 santimden bir kazanı neden ısıtmasın!?”
Tilki
Günün birinde Hoca komşu köyle gitmiş. Köye geldiğinde büyük bir heyecan
varmış. Köylüler ona bir tilkinin birçok tavuğu, kazı, ördeği ve
hindiyi yediğini anlatmışlar. Köylüler tilkiyi yakalamış, intikam almak
için de hayvanı basit bir şekilde değil, aksine işkence yaparak öldürmek
istemişler. Hoca’ya sormuşlar:
– Hoca, bize öğüt verir misin? Hoca cevap vermiş:
– Evet, tabii arkadaşlar. Siz her şeyi bana bırakın. Köylülerde Hoca’ya
güvenmişler. Hoca paltosunu ve kavuğunu çıkarıp her ikisini de tilkiye
giydirmiş. Daha sonra tilkiyi salıvermiş. Köylüler Hoca’ya sormuşlar:
– Neden böyle yaptın? Hoca cevap vermiş:
– Korkmayın, ahali! Tilkiyi gören herkes onu imam zannedecek. Böylece o birkaç gün aç kalacak.
İleri Dönük
Komşu kasabaya hamama giden Hoca’yı tanımayan hamamcı Hoca’nın sade
kıyafetine bakıp pek itibar etmez. Eski bir havluyla pörsümüş bir sabun
verir fakat Hoca çıkışta giyimine göre hiç beklenmeyecek şekilde
hamamcıya ve çalışanlarının her birinin eline birer altın sayınca hepsi
şaşırır. Ertesi hafta yine gelen Hoca’ya pek itibar ederler, en güzel
havlulardan ve parfümlü sabunlardan verirler. Bir güzel yıkarlar,
keselerler, masaj yaparlar fakat Hoca çıkışta geçen hafta aldıkları gibi
altın geleceği için avucu kaşınarak bekleyen sadece hamamcıya değeri
düşük bir bakır para vererek:
– “Geçen hafta verdiğim altınlar bu haftaki ücrettir, bu bakır para ise geçen haftanın.” der.
Kendince
Bulgur
Rüzgarlı bir günde eşeğiyle giden Hoca aynı zamanda bulgur pilavı da
yemeye çalışmaktadır ama kaşığı ağzına götürene kadar rüzgardan hepsi
savruluyormuş. Hoca’yı görenler ne yiyorsun diye sormuşlar. Hoca’da
gülerek:
– “Eğer böyle giderse hiçbir şey.”
Ölü
Hoca Yolculuğu sırasında tenha bir yer olan mezarlıkta elbiselerini
yıkar kuruması için astığı bir sırada kuvvetli bir rüzgar esip
giysilerini alıp götürmüş. Hoca da giysilerinin ardınca koşarken birkaç
yolcuya rastlamış. Yolcular, böyle çıplak halde mezarlıkta ne aradığını
sormuşlar. Hoca da “Görmez misiniz, çıplak bir ölüyüm, su dökmeye
çıktım, şimdi yine kabrime gidiyorum” demiş.
Haddini Bil
Hoca tarlada çalışırken yorulunca ceviz ağacının gölgesine oturur ve kendi kendine:
-“Şu işe bak kocaman kabaklar yerdeki ufacık sapa bağlı, küçücük
cevizler koca ağaçta asılı..” daha Hoca bunları düşünürken ağaçtan
kafasına bir ceviz düşünce hemen:
-“Ey büyük Allah’ım bu kulunu affet, senin işinin hikmetinden sual
olunmaz ya şu ağaçta kabak gibi cevizler yetişseydi halim nice olurdu.”
Dert Çekme
Hoca Nasreddin çift sürerken boyunduruğun kayışı kopar. Hoca derhal
başından sarığını çıkarıp kayışı yerine bağlar. Kısa bir zaman sonra
tülbent de dayanamayıp kopar. Hoca tülbende hitap ederek:
-“Sen de gör, zavallı kayış ne bela çekermiş” der.
Bu Nasıl Ülke
Nasreddin Hoca, bir kış günü köye gitmek için yola çıkar. Her taraf buz
tutmuştur. Birden çevresini köpekler sarar. Taş almak için eğilir. Ama
hangi taşa el atsıysa bir türlü yerinden kıpırdatamaz. Köpeklere bakarak
elini açar:
-“Ey Allah’ım bu nasıl ülke? Taşları bağlayıp köpekleri salmışlar.”
Bulmak Zevki
Hoca yine bir gün merkebini kaybetmiş, çarşıda bağıra bağıra:
– Benim merkebimi kim bulursa, yularıyla, semeriyle müjde olarak ona vereceğim, diyerek herkese bildirmiş. Birisi:
– “Hoca, merkebi semeriyle, yularıyla bulana tekrar verdikten sonra, ha
kaybetmişsin, ha kaybetmemişsin bir şey fark eder mi? Bundan sen ne
kazanmış olacaksın!”
Diye sormuş, Hoca gülerek:
– “İyi amma, ya bulmak zevkini o kadar önemsiz mi zannediyorsun”
Uykusu Kaçmış Da!
Bir yaz gecesi Hoca’nın uykusu kaçmış. Uykusuzluktan ve can
sıkıntısından evde duramayınca kendini sokağa atmış. Yolda, nöbetçi
subaşıya rastlamış. Subaşı:
– “Hoca, böyle gece yarısı burada ne arıyorsun?…” diye sorunca Hoca, esneyerek cevap vermiş:
– “Hiç, uykum kaçtı da onu arıyorum.”
Eski Zamandan
Hoca yer altında bir ahır yapmak hevesine kapılmış. Toprağı kaza kaza
her şeyden habersiz bir halde komşunun ahırına geçmiş. Bir sürü öküz
görünce koşa koşa karısının yanına gitmiş.
– “Hanım, hanım!” diye bağırmış. “Müjdemi isterim! Eski zamandan kalma bir ahır ve birçok öküz buldum”.
Korkunç Hata
Hocanın uykusu kaçmıştı ve pencereden dışarıyı seyrediyordu. Bir anda
ilerideki ağaçların arasında hayalete benzer iki şeyi havada dans eder
gibi gördü. Hemen okunu hazırlayıp pencereyi açarak fırlattı. İsabet
ettirmişti. Fakat bir anda sevinmesi yerini şaşkınlığa döndü çünkü
hayalet sandığı görüntü karısının gündüz yıkayıp kuruması için astığı
kendi entarileriydi. Hoca “ne korkunç bir hata” diye söylendi. Çok şükür
Allah’ım ya içinde bende olsaydım.
Hesaba Ekle
Komşu köyde birinden alacağı olan Hoca ne kadar bastırdıysa da bir türlü
parasını alamaz. Tekrar evinin yolunu tutan Hoca oldukça yorulmuş bir o
kadar da acıkmıştır. Az sonra bir fırının önüne yaklaşan Hoca yeni
pişmiş ekmeklerin kokusunu da duyunca açlığı ikiye katlanmış. Ama işe
bak ki kesede tek kuruş yok ekmek almaya. Derken fırına girmiş bir
bakmış etrafta kimsecikler yok. Utanarak bir ekmeği aldığı gibi oradan
sıvışmış. İleride çökmüş bir ağacın altına ve başlamış yalvarmaya: Ey
büyük Allah’ım senin merhametin sonsuzdur, ne kadar aç olduğumu sen daha
iyi biliyorsun hata ettim bir günaha girdim, affet beni… Fırıncıya
olan borcumu da alacaklı olduğum adamın hesabına ekle.
Böyle Olmalı
Hoca kıyı boyunca uzun bir yolculuk yapmaktadır. Fakat gel gör ki bu
sıcak havada suyu da bitince susuzluktan dudakları bile kurumuştur. Ne
kadar kendini sıksa da susuzluğa dayanamaz ve biraz olsun belki
susuzluğumu dindirir diye deniz suyundan içmeye karar verir. Ama nerede!
Susuzluğunu dindirmesi bir yana Hoca tuzlu suyu içince içi bir kat daha
yanar. Yola bir miktar devam edince bir tatlı su birikintisine rast
gelir ve kana kana içer. Sonrada kavuğunu çıkararak içine su doldurur ve
kendinden emin adımlarla denizin kıyısına gelir ve kavuğundakini denize
doğru savurarak:
– “Bırak kabarmayı, dalgalanıp köpürmeyi su dediğin böyle olur.”
Hak etmiş
Hoca su içmek için bir çeşmenin başına gelir fakat bakar ki çeşmenin
ağzı bir ağaç parçasının ucuna bez sarılarak kapatılmış. Ayağını
çeşmenin duvara yaslayıp şöyle bir asılınca tıkacın yerinden çıkmasıyla
birlikte çeşmeden fışkıran su Hoca’yı baştan aşağı ıslatır. Homurdanarak
yerinden kalkan Hoca:
– Belli ki hak etmişsin de ağzını böyle ot tıkamışlar.
Kalıp
Hoca özel bir iş için şehre iner. Fakat ne kadar uğraştıysa da bir türlü
istediği sonucu elde edemez. Bir arkadaşının tavsiyesizle 40 gün
boyunca şehrin en büyük camiinde her vakit dua eder fakat sonunda yine
bir şey çıkmaz. Ertesi gün sabah namazına yakındaki küçük bir camiye
gider ve çaresizlik içerisinde yana yakıla ihlasla Allah’a yalvarır.
Hoca’nın duası kabul olur ve öğlene kalmaz hemen işini istediği gibi
halleder. Sonra büyük camiye giderek bağırmaya başlar:
– “Kalıbından utan, küçücük caminin yaptığını 40 günde yapamadın.”
Ayın yeri
Hoca bir gece kuyudan su çekmeye gider fakat bir de ne görsün. Ay kuyuya
düşmüş. Bir koşu eve gider ve çengeli alır. Sallar kuyuya fakat ne
kadar uğraştıysa da bir türlü çıkaramaz. Bir ara çengel kuyunun dibinde
bir taşa takılınca Hoca gayretle asılır, ıkınır, sıkılır… Tam o sırada
çengel sıyrılır ve Hoca sırt üstü yere serilir. Bir bakar ki ay gök
yüzünde:
– “Eh kolay olmadı ama sonunda yerine koyduk.”
Birlikte Gelin
Hoca kilerden bir şeyler almak için içeri girer fakat içerisi karanlık
olduğundan bir anda içi patates dolu bir eleğin kafasına düşmesiyle
kendini yerde bulur. Biraz sonra kedini toparlar ve ayağa kalkar. Bir
kaç adım atmıştı ki ayağı eleğe geçince tekrar yere düşer. Başından
sonra sırtını da inciten Hoca birazda sinirle eleğe bir tekme savurur.
Elek duvardan seker ve Hoca’nın alnını çizer. Hoca sonunda dayanamaz ve
duvarda asılı yatağan kılıcına sarılarak:
– “Hadi bakalım elekler! Şimdi hanginiz gelse umurumda değil.”
Karısı
Yenisi
Günün birinde Hoca’nın karısı ölür. Fakat Hoca’da ciddi bir üzüntü
belirmez. Bir müddet sonra eşeğide ölünce hoca yas tutmaya başlar. Bu
işe şaşıran komşuları sorar:
– “Bu nasıl iş Hocam karın öldüğüne bu kadar üzülmedin, eşeğin öldü bir haftadır ağzını bıçak açmıyor?”
– “Karım öldüğünde hepiniz, üzülme daha genç ve güzel yeni bir hatun
buluruz diye beni teselli ettiniz fakat hiç kimse yeni bir eşek alalım
demiyor.”
Daha ne kadar gideceğiz?
Hoca ile hanımı dört günlük yola daha yeni çıkmışlar. Hoca yola çıkar çıkmaz hanımına:
– “Daha ne kadar gideceğiz hatun?” diye sormuş. Hanımı hocanın sorusunu şu şekilde cevaplandırmış:
– “Bugün ile yarın gidersek daha iki günlük yolumuz kalır.” Bunun üzerine hoca:
– “Desene hatun, yolu yarıladık.”
Bizim Çocuklar
Nasreddin Hoca’nın karısı ölür. Ölen karısından beş
çocuğu olan Hoca, beş çocuğu olan bir dul kadınla
evlenir. Hoca’nın yeni eşinden de iki çocuğu olur. Bir
gün karısı feryadı basar:
– “Hoca Hoca yetiş! Senin çocuklarla benim çocuklar bir olmuş, bizim çocukları dövüyorlar.”
Öldü
Hoca Konya’dayken biri gelip:
-Karın öldü! demiş.
Hoca:
-Nasıl olsa boşayacaktım, ölsün! diye cevap vermiş
Anahtar
Hoca bir gün anahtarını kaybetmiş. Bahçede döne döne anahtarını arıyormuş. Hanımı sormuş:
– “Hocam, anahtarı nerede düşürdün?”,
– “be kadın,” demiş Hoca, “nerede düşürdüğümü bilsem, hiç arar mıyım?”
Ciğer
Nasreddin Hoca evine sık, sık ciğer getirdiği halde bir türlü onları yemek kendisine nasip olmaz. Her seferinde hanımı :
– Kahrolası kedi ciğeri yedi, hınzır hayvan ciğeri yemiş, canı çıkasıca
sarman kedi ciğeri aşırmış, diye bahaneler uyduruyormuş. Bir gün
dayanamamış Hoca. Hemen bir kenarda duran baltayı kapıp, mutfak dolabına
yerleştirmiş. Hanımı:
– “Ne yapıyorsun Hoca demiş, baltanın dolapta işi ne?” Hoca cevap vermiş:
– “Hanım hanım, sen bizim kediyi hâlâ tanıyamamışsın. Üç akçelik ciğere
tenezzül eden hayvan kırk akçelik baltayı bırakır mı sanıyorsun?.”
Biraz Daha Gideyim mi?
Bir gece yatakta karısı Hoca’ya “Efendi biraz ileri gider misin?” der.
Hoca üstünü başını toplar, giyinir ve yola düşer. Epey bir yol aldıktan
sonra sabahleyin bir tanıdığına rastlar. Adam:
– “Yahu Hocam böyle sabah sabah nereye gidiyorsun?” der. Hoca da şöyle seslenir adama:
– “Vallahi bilmiyorum, yalnız sen bizim eve git, hanıma sor bakalım; daha gideyim mi, gitmeyeyim mi?”
Görürsem Söylerim
Bir arkadaşı Nasreddin Hoca’ya gelmiş.
– Bana bak Hoca, kulağını bükmesi benden… Şu karına bir şey söyle,
sabahtan aksama kadar ev ev dolaşıyor, konu komşu bırakmıyor… Söyle de
azıcık evinde
otursun. Hoca:
– “Peki, görürsem söylerim…”
Evlilik Hazırlığı
Hoca habire döşeme tahtalarını söküp tavana, tavan tahtalarını da söküp
döşemeye çakıyor. Bunu gören komşular merâkla olayın nedenini sormuşlar.
– “Yakında evleneceğim, demiş Hoca, İnsan evlenince evin altı üstüne
gelir derler ya, bende bari şu tamirle iki masrafı bir edeyim dedim!”
Aklı
Nasreddin Hoca’ya bir gün:
– “Karın aklını kaybetti..” demişler. Hoca düşünmeye başlamış.
– “Ne düşünüyorsun hocam?” diye sormuşlar.
– “Bizim karının aklı zaten yoktu ki, kaybetsin. Acaba başka bir şey mi kaybetti diye düşünüyorum”
Nasıl
Hoca bir gün karısının bilgisi denemek amacıyla sorar.
– “Karıcığım, ölü bir adamın, ölmüş olduğunu nasıl anlarsın?” Karısı şu cevabı vermiş:
– “Kendisine sorarım.“
Kaybettin
Nasreddin Hoca, bir gün eşeğiyle odun getirir. Karısına:
– “Hatun, eşek çok yoruldu, onu bir yemleyiver,” diye seslenir. Karısı da:
– “Efendi, benim isim var, sen yemleyiver,” der.
Hoca sıcaktan iyice bunalmış vaziyette kendini minderin üzerine atar.
– Olmaz! Hiç halim yok, veremem, sen ver der.
Eşeğin yemini sen vereceksin ben vereceğim derken iş kızışır. Kim önce
konuşursa eşeğe o yem vermek üzere bahse tutuşurlar. Az sonra kadın, el
işini alarak komşuya gider. Aradan biraz zaman geçer. Eve bir hırsız
girer. Hoca’yı görünce kaçacak olur. Ama Hoca’dan hiç ses ve tepki
gelmediğini anlayınca kaçmaktan vazgeçer. Ortalıkta ne var ne yoksa koca
bir çuvala doldurur. Hoca’nın gözleri önünde çuvalı yüklenerek evden
çıkar. Karısı epey zaman sonra eve girip evin halini görür. Eşyaların
yerinde yeller esmektedir. Telaşla:
– “Bu ne hal? Efendi! diye çığlık atar.”
Hoca yattığı yerden doğrularak:
– “Haydi bakalım Hatun, bahsi kaybettin. Eşeğin yemini sen vereceksin.”
Sen düştün
Nasreddin Hocanın bir gün karısı ölmüş. Bir ay sonra dul bir kadınla
evlenmiş. Evlendiği kadın Hocaya sürekli eski kocasını anlatıyormuş.
Yine bir gün yatakta kocasını anlatıyordu. İşte benim eski kocam şöyle
yapardı, böyle yapardı… Hoca sinirlenmiş ve kadına bir tekme atmış ve
kadın yere düşmüş. Kadın sormuş aman hoca niye attın beni. Hocanın da
cevabı hazır:- “Eee yatakta bi sen yatıyorsun bi ben bide eski kocan
üçümüz sığamadık sende düştün”
Evlilik
Hocaya evlilik ne demektir diye sormuşlar Hocada:
-Gündüzleri çifte hırlama, geceleri çifte horlama
Gezgin
Arkadaşları Hoca’ya, takılırlar:
-“Hoca, sizin hanım akşama kadar kapı kapı dolaşıyor.”
-“Olur mu canım dediğiniz kadar dolaşsaydı bize de bir ara uğrardı!”
Ocak
Hoca, bir gün evde ocak yakmağa kalkmış. Üfler, üfler, bir türlü
yakamazmış. Ne yaptıysa kâr etmemiş. Buna fena halde kızan Hoca, yukarı
çıkıp karısının hotozunu aldığı gibi ocak başına inmiş. Hoca, hotozu
kendi başına takarak başlamış yine ocağı üflemeğe. Bu sefer odunlar, bir
iki üfleyişte parlayıverince Hoca, söylenmeğe başlamış:
– Meğer ocak da bizim hatundan korkarmış; hotozu görür görmez imana geldi!…
Kimi Kimden Sorarsınız?
Hoca’nın karısı ölür. Cenazesinin evden çıkarılacağı sırada imam, usule uyarak cemaate hitaben sorar:
– Merhumeyi nasıl bilirsiniz?
Herkes beraberce:
– ‘İyi biliriz!… ‘ der denmez koşa koşa imamın yanına gelen Hoca:
– “Aman, aman! Sen onu benden sor; kimi kimden soruyorsun!”
Kim Tuhaf?
Hoca, bir gün yolda giderken, birisi ona gülünç bir soru sormuş:
– “Hoca, senden önce ve senden sonra evlenenleri tuhaf bulmuyor musun?”
– “Her ikisini de tuhaf buluyorum”, demiş Hoca.
– “Neden böyle”, diye bir daha sormuş arkadaşı.
– “Neden mi? Benden önce evlenenlere, bana hiç öğüt vermedikleri için
kızıyorum. Benden sora evlenenler de, onlara hiç öğüt vermediğim için,
bana kızıyorlar.”
Dişi Mi Yoksa Erkek Miydi?
Biri Hoca’ya sormuş:
– “Gagasında zeytin dalı ile Nuh Peygamber’e geri gelen güvercin dişi miydi yoksa erkek miydi?”
– “Tabii ki, erkekti, şayet dişi olsaydı, o kadar süre ağzını kapalı tutamaz ve zeytin dalını getiremezdi.”
Fark Var
Bir gün Hoca’ya sormuşlar:
– “Hocam, bir adam karısını öperse orucu bozulur mu?”
Hoca şu cevabı vermiş:
– Yeni evlenmişlerse bozulur, amma ikinci senede bilmem. Üçüncü senede
ha bir tahtayı öpmüş, ha karısını, o zaman orucu bozulmaz.
Hangisi
Hoca’nın bir zamanlar iki karısı vardı. Bunlardan biri yaşlı diğeri genç
ve güzeldi. Bunlar bir gün Hoca’ya beklenmeyen bir soru sorarlar:
– “Akşehir gölünde kayığımız devrilse hangimizi kurtarırsın?”
Hoca cevap vermeden kurtulamayacağını anlayınca, yaşlı karısına döner ve şöyle der:
– “Hanım sen biraz yüzme biliyordun galiba?”
Kapalı Kapının Ardından
Hoca’nın karısı geceleri komşu komşu gezermiş. Buna pek canı sıkılan
Hoca, bir gece, karısı yine evde yokken kapıyı arkasından sürgülediği
gibi yatağına yatmış. Kadıncağız, geç vakit eve döndüğü zaman çalmış
çalmış açtıramamış kapıyı. Hoca’nın kızdığını anlayarak, yalvarıp
yakarmaya başlamış:
– Vallâhi, billâhi, bir daha seni yalnız bırakıp bir yere gitmeyeceğim
canım kocacığım! Aç kapıyı; bu saatte ben nereye gideyim?.. Kadın,
bakmış olacak gibi değil, bağıra, bağıra: – Bari, demiş, kendimi şu
kuyuya atayım da kurtulayım!. Ve eline geçirdiği büyük bir taşı, kapı
önündeki kuyuya atarak bir kenara çekilmiş.
Hoca, bir süre yine aldırmamış, sonra hiddeti geçerek: “Şu hatunu
kuyudan kurtarayım!” deyip kapıyı açmış. Fakat tam o sırada kadın, evden
içeri girivermiş; kapıyı kapadığı gibi Hoca’yı sokakta bırakıp
bağırmaya başlamış:
– Yeter artık senden çektiğim, bana rahat yüzü göstermedin; her gece
arkadaş dedin, sohbet dedin gezip tozdun. Alacağın olsun senin!…
Hoca, karısının feryadı üzerine sokaklara dökülen komşulara dönmüş:
– Dostlar demiş, görenler ve bilenler Allah için söylesin!
Yaşı Hakkında Mı?
Bir komşu Hoca’ya koşa koşa gelmiş:
– Aman Hoca! Bizim evde karılarımız kavga ediyorlar, çabuk gel, demiş.
Hoca hiç aldırış etmeden şöyle sormuş:
– “Yaş hakkında mı, yoksa görünüş hakkında mı?”
– “Hayır, başka bir şey hakkında, diye cevaplandırmış komşu!”
– “Öyle ise evine git ve merak etme şimdiye kadar çoktan barışmışlardır.”
Mum Işığı
Karısı doğururken kadın kimse bulamayınca mumu Hocaya tutturmuşlar. Bir
çocuk dünyaya gelmiş, arkadan bir tanesi daha başını gösterince Hoca
hemen püf demiş, mumu söndürmüş. Ebe kadın,
“Aman Hoca ne yaptın?”
“Ne yapayım”, demiş Hoca,
– “Mumun ışığını gören dışarıya fırlayacak!”
Bana göstermede
Düğünden sonra Hoca ilk defa gelini görecektir. Yüzündeki yaşmağı
kaldırınca birde ne görsün sanki dünyanın en çirkin kadını karşısında
duruyor! Hoca olduğu yerde donakalmış. Bu sırada yeni gelin mahcup bir
şekilde mahrem olmayan akrabalarını öğrenmek için sorar:
– “Emrindeyim Hocam. Kimlere yüzümü gösterebilirim?” diye sorunca Hoca:
– “Bana göstermede kime istersen gösterebilirsin.”
Sorumluluk
Hoca’nın yanına telaşla gelen bir komşusu:
– “Yetiş Hocam evin yanıyor!” Hoca gayet sakin:
– Biz evlenirken hanımla yaptığımız anlaşmaya göre ben çalışıp kendimizi
geçindirdiğim sürece evle ilgili her türlü sorumluluk ona aittir. Şimdi
sakin ol ve karımı bulup bunları ona anlat.
Mavi Boncuk
Nasreddin Hocanın iki tane hanımı varmış. Bunlara değişik zamanlarda
birer mavi boncuk vererek kesinlikle diğer eşine veya başka bir kimseye
göstermemesini tembih etmiş. Bir gün hanımlar Hoca’nın yanına gelerek
sormuş:
– “Hocam hangimizi daha çok seviyorsun?” Hoca hemen işi bağlamış.
– Sadece mavi boncuk verdiğimi daha çok seviyorum.
Kaybolan Akıl
Hoca’ya, “senin karın aklını kaybetti” demişler. Düşünceye dalmış. “Ne
düşünüyorsun” demişler. Hoca hemen, “bizim karının zaten aklı yoktu,
acaba nesi kayboldu diye onu düşünüyorum” demiş.
Onunla Yaşamak İstemiyorum
Hoca boşanmak istiyormuş, bundan dolayı mahkemeye gitmiş.
Kadı birkaç bilgi edinmek istemiş ve Hoca’ya karısının adını sormuş:
– “Bilmiyorum” demiş Hoca
– “Kaç yıldır evlisiniz?”
– “Kırk yıldır.”
– “Kırk yıldır evlisiniz de nasıl olur da hanımınızın ismini bilmezsiniz?”
– “Ne yapayım; onunla geçinmek istemedikten sonra ismini öğrenmeme ne gerek var”
Evde
Düğüm atmayı ihmal etme
Her baba gibi Nasreddin Hoca da kızının iyi yetişmesi için elinden gelen
herşeyi yapmış. Hoca, kızına iğneye ip takmasına gelinceye kadar bütün
bildiklerini öğretmenin sevincini yaşamaktaymış. Nihayet hocanın kızı
gelin olmuş. Ata bindirilip baba evinden ayrılıp dünya evi, diye tavsif
edilen yeni bir hayatın başlayacağı eve doğru bir hayli mesâfe almış. Bu
sırada Nasreddin Hoca, koşa koşa gelin olan kızının arkasından gelip
çok önemli bir şey unutmuşçasına kızının kulağına gizlice şöyle demiş:
– “Kızım, aman dikkat et! Sakın ola iğneye ip taktıktan sonra düğüm atmayı ihmal etme. Sonra dikiş tutturamazsın.”
Pamuk
Nasreddin Hoca karin ne olduğunu bilmiyormuş. Bir gün sabah kalkmış ki
her taraf kar. Tabi karın ne olduğunu bilmiyor pamuk zannetmiş. Hemen
karısının başına gitmiş:
– “Karı karı kalk! Her taraf pamuk dolu. Yatağı yorganı getir de dolduralım.
ertesi gün olmuş Hoca:
-Karı karı kalk! Her gün çocuklar çişini kaçırdığı yatağa bugünde yastık yorgan kaçırdı demiş.
Gürültü
Hocanın kızı müthiş bir gümbürtü duyup seslenir:
– Baba, bu ses nedir ?
– Hiç kızım hiç, kavuk merdivenden yuvarlandı da.
– A! baba, kavuktan bu kadar çok ses çıkar mı?
– Çıkar kızım çıkar. İçinde ben olursam çıkar.
Kurban
Hoca, bir sabah fırtına sesi ile uyanmış.Pencereden dışarı bakmış, ne
görsün ?! Kuruması için ipe astıkları gömlek düşmüyor mu?! Başlamış
bağırmaya:
-“Hatun kalk kurban kesmemiz lazım.” Sabahın körü neye uğradığını şaşıran kadın telaşla sormuş:
– Kurban nereden çıktı efendi.
– Gömleğim, gömleğim ipten düştü.
– Gömlek düştü diye kurban kesildiği nerede görülmüş?!
– Deme öyle hatun, ya içinde ben olsaydım !! (Az sadaka çok belayı def eder)
Hoca’nın Evi Yanıyor
Bir gün aniden Hoca’nın evi yanmaya başlar. Herkes neyi taşıyabildiyse
yanan evden kurtarmaya çalışır. Bu sırada Hoca gülerek evine gelir. Bunu
gören komşulardan biri daha fazla dayanamayarak şöyle sorar:
– “Hoca, senin evin yanıyor, sen de hiçbir şey olmamış gibi gülerek duruyorsun.” Fakat Hoca:
– “Tabii gülerim. Nihayet kendimi bu viran kulübeden kurtardım” der.
İnşallah
Hoca akşamdan ertesi günün planını yapıyordu.
– “Eğer yarın hava güzel olursa ormana ağaca giderim, iyi olmazsa hamama.” Karısı Hoca’yı uyarır:
– “İnşallah de Hocam.” Hoca:
– Hanım ne var bunda yarın hava ya iyi olur ya kötü ne var bunda.
Ertesi gün olur ve güneşi gören Hoca ormanın yolunu tutar. Köyden epeyce
uzaklaşmıştır ki askeri bir birlikle karşılaşır. Askerler Hoca’ya
Sivrihisar’ı tarif etmesini isterler fakat askerle uğraşmak istemeyen
Hoca bilmiyorum deyince komutan kızar. Kavuğundan utan bir de yalan
söylüyorsun! Çabuk düş önümüze ve en kısa yoldan bizi Sivrihisar’a
götür.! Hoca askerlerle birlikte onca yolu teper ve Sivrihisar’a ulaşıp
serbest kalınca tekrar evinin yoluna koyulur. Ancak gece yarısından
sonra eve varabilen Hoca ayaklarına karasular inmiş, yarı ölü vaziyette
kapının önüne yığılır. Kapının tokmağını güçlükle çalar. Karısı içerden
“kim o ?” diye seslenince, Hoca:
– İnşallah benim karıcığım.
Gözlük
Hoca yatağından aniden doğrulur ve:
– “Kalk hatun, hemen gözlüklerimi ver.” diyerek karısını kaldırır. Gözlükleri uzatan karısı buna anlam veremez ve:
– “Ne yapacaksın gözlükleri Hocam?” diye sorar. Hoca:
– “Sorma hanım bir güzel rüyadaydım ama bazı yerlerini gözlüğüm olmadan tam seçemedim.”
Kedi Nerede
Hoca oğluyla eve üç kilo et gönderir ve anana söyle akşama bunu yemek
yapsın diye tembihler. Akşam eve gelir ve yemeği isteyince hanımı öğlen
gelen misafirlere eti yedirdiğinden kedi yedi diye bir yalan uydurur.
Hoca bu işe bozulur. Tutar kediyi kantara çeker bakar aşağı yukarı üç
kilo gelir. Sonra karısına çıkışarak:
– “Eğer elimdeki etse, kedi nerede!?”
Kaynana
Hoca’nın karısı bir kurnazlık düşünmektedir. Derken akşam eve aç dönene
Hoca’nın önüne ateşten yeni indirdiği çorbayı koyar. Unutarak dolu
kaşığı ağzına götüren kadının ağzı sıcak çorbadan yanınca bir anda
gözlerinde ateş fışkırır ve ağlamaya başlar. Karısının ağlamasına bir
anlam veremeyen hoca ne olduğunu sorunca, karısı:
– “Rahmetli annemi hatırladım, o da pek severdi bu çorbayı.” der. Hoca
kaynanasına pek sevdiğinden rahmetliyi hayırla anarak çorbaya kaşığı
sallar. Hoca’da sıcak çorbadan nasibini alınca onunda gözleri yaşarır.
Karısı neden ağladığını sorar, Hoca’da:
– “Bir anda rahmetli kayınvalidemin yerinde senin olabileceğin aklıma geldi de.”
Aksi
Hocanın kaynanası ırmakta çamaşır yıkarken kaybolur. Bütün köylü
seferber olur dere boyunca cesedini aramaya koyulurlar. Fakat Hoca
akıntının tersiden doğru giderek:
– “Sizde onu benim kadar tanısaydınız, hayattayken ne aksi bir kadındı.”
İkisinide Kabul
Hoca bir gün kızlarını ziyarete karar verir. Büyük kızının kocası
çiftçidir ve tarlaya tohum ektiklerini bir kaç hafta içinde yağmur
yağarsa kaldırılan mahsülden kazandıkları parayla kocasının kendisine
elbise alacağını söyler. Küçük kızının kocası kerğiç ustasıdır ve bir
çok kerpiç yaptıklarını ve bunları kurumaları için güneşe bıraktıklarını
eğer bir kaç haftada yağmur yağmazsa kerpiçleri satarak kazanacakları
para ile kocasının kendisine yeni bir elbise alacağını söyler. Hoca
söylene söylene evinin yolunu tutar:
– “Birisi güneş istiyor, diğeri yağmur ama sonuçta Allah ikisine de istediğini verir.
Sonuç
Evlerinin önündeki gürültüye uyanan Hoca ne olduğunu anlamak için bir
yorgana sarılarak dışarı çıkar. İki adamı birbirine kapışmış görünce,
ayırmak için giden Hocanın sırtındaki yorganı bir anda birisi sıyırıp
alır ve adamların ikisi birden kaçarlar. Duruma şaşıran Hoca eve girer.
Karısı:
– “Nedir adamların dertleri gece yarısı bağrışıyorlar?” der. Hoca:
– “Bizim yorganmış. Bak yorgan gitti kavga bitti.
Karanlık
Hava kararınca karısı Hoca’dan:
– “Efendi, sol tarafında fener olacaktı ver de yakayım.” der. Hoca:
– “Karanlıkta ben nerden bileyim sol tarafım neresi!”
Gençlik
Gençlik, ihtiyarlık
Nasreddin Hoca’nın da bulunduğu bir mecliste gençlikten ve ihtiyarlıktan bahsediliyormuş.
Herkes de insanın genç iken kuvvetli olduğunu, fakat ihtiyarladıkça bu kuvvetini kaybettiğini söylerler.
Yalnız hoca bunu kabul etmez:
– “Hayır, hiç de doğru değil, der. Bir insan gençliğinde ne kadar
kuvvetli ise ihtiyarlığında da o derece kuvvetlidir.” Hemen itiraz
ederler. Ama Hoca bunu kabul etmez:
– “Tecrübemle biliyorum, ısrar etmeyin!” der,
– “Bu tecrübe nedir?”, diye merakla sorarlar.
Bunun üzerine hoca şu cevabı verir:
– “Bizim evin bahçesinde bir büyük taş vardır. Çok eski zamandan beri
orada durur. Gençken kaç sefer denedim, ama yinede yerinden
kımıldatamadım. Demek oluyor ki insan gençliğinde ne derece kuvvetli
ise, yaşı ilerleyip ihtiyarladıktan sonra da bu kuvvet değişmiyor.”
Kaybolan Ayaklar
Çocuklar bir gün dere kenarında oynuyormuş.Nasreddin Hoca’yı gören
çocuklar, ‘hadi Hoca’ya şaka yapalım’ demişler.Çocuklar ayaklarını
birbirine dolaştırıp:
– Hocam ayaklarımız karıştı, bulamıyoruz, demişler.Hoca şöyle bir bakmış eline bir sopa
almış.Çocukların ayaklarına ufaktan dokunmaya başlamış.Çocuklar hemen ayaklarını çekmişler. Hoca:
– Gördünüz mü? Nasıl da buldunuz ayaklarınızı, demiş.
Çocukluğa Özlem
Günün birinde Hoca evine gidiyormuş. Yolda birkaç çocuğa rastlamış.
Dinlenmek ve çocukları seyretmek için bir taşın üzerine oturmuş. Aniden
bir çocuk Hoca’nın kavuğunu kapmış ve onu diğer çocuklara atmış. Hoca,
kavuğunu geri almak için, öfkeyle fırlayıp çocukların arkasından koşmuş.
Hoca, çocukların arkasından koşamayacak kadar yorulmuş ve kavuksuz
olarak eve dönmüş. Karısı onu görünce çok şaşırmış ve sormuş:
– Bey, kavuğun nerede? – Ah! Kavuk çocukluğunu özlemiş, şimdi komşu çocukları ile yolda oynuyor.
Kasatura
Hoca henüz talebe iken bir kasatura taşıdığını gören subaşı durdurunca.
Efendim ben öğrenciyim bunu kitaplardaki yanlışları kazımak için
kullanıyorum der. İyi ama der subaşı bu fazla büyük değil mi? Hocada :
-“Bazen yanlışlar o kadar büyük oluyor ki bu bile yetmiyor efendim?” der.
Eşeğe Ters Binme
Günün birinde Nasreddin Hoca, Sivrihisar’a gitmeye karar vermiş ve
eşeğine binmiş. Fakat binerken hata yapmış ve eşeğin üzerine ters olarak
oturmuş. Babası kızmış ama o kendini şöyle savunmuş:
– “Tek suçlu ben miyim? Neden eşeğe bağırmıyorsun? Eğer o ters dursaydı, ben de doğru binecektim.”
Kapı
Bir gün annesi ona:
– “Yavrum, dereye çamaşır yıkamaya gidiyorum. Ben gelinceye kadar sakın kapıdan ayrılma” der.
Biraz sonra amcası gelir.
– “Git annene haber ver! Akşama size geleceğiz.”
Küçük Nasreddin, amcası gider gitmez hemen evin kapısını çıkarıp sırtına
yükler ve derenin yolunu tutar. Annesi, oğlunu sırtında kapı ile
görünce büyük bir şaşkınlık içinde şöyle sorar:
– “Oğlum bu kapı ne?” Nasreddin,
– “Sen bana kapıdan ayrılma dememiş miydin? İşte bende kapıdan ayrılmadım” der.
Minare
Küçük Nasreddin ve ailesi şiddetli bir depremden dolayı, Sivrihisar
köyünü terk etmek zorunda kalmış. İlk olarak vardıkları yerde bir cami
görmüş. Hoca, bir adamın minareden bağırdığını görünce şaşırmış.
Nasreddin Hoca daha fazla dayanamamış ve:
– “Hey sen! Yardım için bağırdığını biliyorum. Fakat bunu, bu dalsız
yüksek ağaca tırmanmadan evvel düşünmeliydin” diye bağırmış.
Güneş Mi Yoksa Ay Mı?
Günün birinde öğretmen sınıfta Nasreddin’e sormuş:
-“Anlat bana bakalım, güneş mi yoksa ay mı bizim için daha önemlidir?”
– “Tabii ki ay, zira güneş gündüz parlar. Fakat ay buna karşılık gece parıldar ve bize yolumuzu gösterir”.
Öğretmen bu cevaba gülmesine rağmen, uzun uzun düşünmüş.
– “Hayatını kolaylaştıran kişiler şansı hiç düşünmezler. Fakat
kendilerinin korktuğu gece olunca, şansın ne olduğunun farkına varırlar
ve karanlığı yok eden ayı görmeyi ümit ederler”.
Öğretmen bunun arkasından tekrar sormuş:
– “Pekala, eski ayları daha sonra ne yaparlar?” Nasreddin şüphe etmeksizin cevap vermiş:
– “Ha… Onu da kırpar kırpar yıldız yaparlar”.
Ayakkabılar Yol İçindir
Bir gün çocuklar, yüksek bir ağacın dibinde tartışmaya başlamışlar; “bu
ağaca kimse çıkamaz” demişler. Hoca da ileriden görünmüş. Hoca’yı görür
görmez, “bahse girişelim de çıkınca pabuçlarını çalalım” demişler ve
koşup Hoca’ya, “bu ağaca kimse çıkamaz” demişler. “Sen ne dersin Hoca?”
diye sormuşlar. Hoca, “ben çıkarım” demiş. “Peki” demişler, “yiğitsen
çık da görelim”. Hoca pabuçlarını çıkarıp koynuna koymuş, ağaca
tırmanmaya başlamış.
– “Hoca, pabuçlarını ne diye koynuna koydun?”
– “Ne olur, ne olmaz belki ağaçtan öteye bir yol görünür”.
Terzi
Annesi küçük Nasreddin’i terziye çırak olarak verir. Aradan iki yıl
geçmiştir. Bir gün annesi oğlundan bir şeyler dikmesini isteyince,
Nasreddin:
Anneciğim şimdiye kadar işin yarısını öğrendim, bu ise dikilmiş şeyleri
sökmektir. Ömrüm yeterse terzi amca elbise dikmeyi de öğretecek.
Kazma Kılıfı
Çocuklar bir tek çizme bulup Hoca’ya getirmişler:
– Bu nedir? Diye sormuşlar.
– Bilmeyecek ne var? Demiş, Hoca; kazma kılıfı!
İktisat
Tedbir
Adamın biri Hoca’dan bir hafta sonra kesinlikle vereceği sözüyle bir
miktar borç ister. Hoca parasını geri alacağından ümitsiz nasıl olduysa
parayı istemeyerek vermiş bulundu. Bir hafta sonra adam sözünde durunca
Hoca bu işe çok şaşırdı.Bir zaman sonra aynı adam:
– “Hocam bak geçen sefer tam zamanında borcumu ödemiştim bana tekrar borç verir misin?” Hoca:
-“ Kusura bakma arkadaş geçen sefer beni çok şaşırttın. Tekrar eski fikrime dönmek istemem.”
Herkesi Memnun Edemezsin
Hoca komşu köye gitmek için yola çıkar. Yolda bunları gören bir köyün de lisi gülerek:
– “Hocam eşeğin boşta ama siz yürüyorsunuz.” Deyince Hoca hemen oğlunu
eşeğe bindirmiş giderken yolda karşılaştıkları bir ihtiyar:
– “Ayıp kardeşim, ihtiyar babasını yürütüyor kendi eşeğe binmiş.” Diye Hoca’nın oğlunu yadırgar.
Bunun üzerine Hoca eşeğe kendi biner. Biraz sonra bir grup kadın karşılarına çıkar:
– “İnsaf et Hocam el kadar çocuğu yürütüyorsun kendin eşeğe biniyorsun.”
Derler. Hoca tutar oğlunun elinden ve arkasına oturur ve beraber yola
devam ederken katırcı ile karşılaşırlar katırcı:
– “Yazık Hocam zavallı bir eşeğe bu sıcakta iki kişi binilir mi hiç?”
Sonunda Hoca dayanamaz hayatta bir kişinin herkesi memnun etmesi mümkün
değildir der ve oğluyla birlikte eşeği sırtlanıp giderler.
İleri Dönük
Komşu kasabaya hamama giden Hoca’yı tanımayan hamamcı Hoca’nın sade
kıyafetine bakıp pek itibar etmez. Eski bir havluyla pörsümüş bir sabun
verir fakat Hoca çıkışta giyimine göre hiç beklenmeyecek şekilde
hamamcıya ve çalışanlarının her birinin eline birer altın sayınca hepsi
şaşırır. Ertesi hafta yine gelen Hoca’ya pek itibar ederler, en güzel
havlulardan ve parfümlü sabunlardan verirler. Bir güzel yıkarlar,
keselerler, masaj yaparlar fakat Hoca çıkışta geçen hafta aldıkları gibi
altın geleceği için avucu kaşınarak bekleyen sadece hamamcıya değeri
düşük bir bakır para vererek:
– “Geçen hafta verdiğim altınlar bu haftaki ücrettir, bu bakır para ise geçen haftanın.” der.
Turşucu
Nasreddin Hoca turşuculuk yapıyormuş.
– “Haydi turşucu geldi, turşucuuuu…” diye bağırdığında eşeği
anırıyormuş. Durum bir kaç defa tekrarlanınca Hoca, Karakaçan’ın
kulağına eğilmiş:
– “Yeter be! Turşuyu sen mi satıyorsun yoksa ben mi?!”
İnek
Hoca dişten tırnaktan arttırıp kara gün için biraz para biriktirmiş.
Parayı bir keseye doldurup ağzını sıkıca bağlamış. Önce bahçesinin bir
köşesine gömmüş. Ama içi rahat etmemiş, hırsız gömdüğü yeri bulacak
endişesine kapılmış ve keseyi oradan alıp başka yere gömmüş…
Orayı da beğenmemiş bu kez başka yere gömmüş. Derken bahçede neredeyse
kazmadığı yer kalmamış. Nereye gömse gönlü bir türlü rahat etmiyor,
“burasını da hırsız bulur” diyormuş.
Öyle şaşkın şaşkın elinde para kesesi bahçenin ortasında düşünüp
dururken gözüne köşedeki tümsek ilişmiş. “Tamam, demiş, tam yerini
buldum.”
Para kesesini uzun bir sırığın ucuna iliştirip o tümseğe çakmış. Kendi
kendine, “hırsız kuş değil ya, sığırın tepesindeki para kesesini alsın,”
diyerek evine gitmiş.
Hoca bütün bunları yaparken, meğer adamın biri kendisini gözetliyormuş.
Hoca eve girer girmez adam bahçeye atlamış. Sırığı çıkarıp ucundaki para
kesesini aldıktan sonra da tepesine biraz sığır pisliği sürerek eski
yerine çakmış ve çekip gitmiş.
Gel zaman, git zaman Hoca’ya para gerekmiş. Bahçeye gelip bakmış ki sırığın ucundaki para kesesi yerine sığır pisliği var.
Başını iki yana sallayarak kendi kendine söylenmiş:
– “Allah Allah, ben buraya adam çıkmaz diyordum, nasıl oldu da inek çıkabildi?”
Alış – Veriş
Nasreddin Hoca bir gün heybe almak için pazara gider. Güzel bir heybe
görüp pazarcı ile pazarlık yapar ve 1 akçeye anlaşırlar. Tam oradan
ayrılacaktır ki daha güzel bir heybe dikkatini çeker:
– Kaç akçe şu heybe muhterem?
– 2 akçe hocam.
– Aldım gitti, diyen hoca elindekini bırakır ve onu alıp tam gidecekken pazarcı seslenir:
– Hocam. Bu heybe 2 akçe. Sen 1 akçe verdin.
Hoca sinirlenir:
– Bre cahil adam! Sana önce 1 akçe verdim. Sonra da 1 akçelik heybe
bıraktım! İkisi eder 2 akçe. Daha benden neyin parasını istersin!
Yelpaze
Nasreddin Hoca, geçim sıkıntısından tavuk tüyünden yelpaze yapıp satmaya
başlamış.Müşteriler yelpazeyi kullanıp denemiş, tüyler hemen dağılmaya
başlamış.
– “Bu nasıl yelpaze, sallar sallamaz tüyleri dökülmeye başladı,” demiş müşteriler. Hoca :
– “Kullanmasını bilmek lazım, yelpazeyi sıkı tutarak, başınızı iki tarafa sallarsanız olur”
Vade
Hoca’dan, vade ile para istemektedir. Hoca duraklar: “Benden sana bol bol vade, parayı da başkasından iste!”.
Peşin Para
Hoca bir komşusundan ödünç para almıştı. Borcunu vaktinde ödeyemedi. Alacaklı bir gün kapısını vurdu:
– Kusura bakma Hoca Efendi, alacağımı istemeye geldim. Hoca’nın o anda kesesinde bir akçesi bile yoktu. Komşusuna:
-Bak şu bahçenin kenarındaki çalıları görüyor musun? Buradan geçen
koyunların yünleri bu çalılara takılacak. Bu yünleri toplayacağım.
Eğirtip iplik yaptıracağım. İpliği satıp sana borcumu ödeyeceğim.
Hoca’nın yine şakalaştığını sanan komşusu gülmeye başladı.
– “Alem adamsın Hoca!” der. Alacaklının güldüğünü görünce Hoca da:
– “Peşin parayı görünce nasıl da gülersin değil mi!”
Kırk Yıllık
Hoca’dan sirke isteyen komşusuna benim sirke kırk yıllıktır bunun için veremem deyince adam:
-“Olsun Hocam ne eksilir biraz versen?” der ama Hoca yaman bir defa sirke vermeyecek ya:
-“Hiç olurmu efendi her gelene biraz versen kırk yıl sirke elde kalır mı?”
Katır
Nasreddin Hoca bir gün pazara gider, bir at almak ister. Bir katır
getirirler, bunu al, derler. Hoca da bu katırdır, bilirim, dediği halde
ısrar ederler. Hoca çaresiz kalıp katırı alır. Üzengi vurup üzerine
bineyim derken, katır bir çifte atar. Hoca da:
– “Bilirim sen benim bildiğim eski katırsın, beni bana komadılar” der.
Ticaret
Hoca 10 akçeye aldığı 10 odunu, 9 akçeye satıyormuş
-“Hocam bu ne iştir hiç böyle ticaret olur mu?” demişler. Hocada
-“Önemli olan işi nasıl yaptığın değil, insanların seni iş yaparken görmesidir.”
Karşılık
Yedi kör, nehirden karşıya geçirmesi için Hoca’yla adam başı iki akçeye
anlaşırlar. Akıntının arttığı bir yerde ikisi suda kaybolunca körler
hocaya çıkışır. Hoca da:
-“Ne bağırıyorsunuz dört akçe eksik verirsiniz”.
Cimri
Cimrinin biri çaya düşmüş. “Elini ver, elini ver” diye bağırmışlar. Ama
adam elini uzatmamış.Tam boğuluyormuş ki ! Hoca seslenmiş:
– Yahu! o vermeyi bilmez.”Elimi al ” diye bağırsanıza.
Göl Maya Tutar mı?
Hoca göl kenarında oturmuş.Elinde yoğurt kasesi.Göle maya çalıyormuş. Bunu gören komşusu şaşırıp sormuş:
-Hoca Efendi hiç göl maya tutar mı?
-Tutmaz bilirim tutmaz. Ama! ya tutarsa !
Bu Mümkün Değil
Hoca, bir ara, zeytin satmaya heveslenmiş. Bir küfe zeytin alarak
pazarda satmaya başlamış. Kadının biri zeytin küfesine yaklaşıp fiyatını
sormuş ve zeytini pahalı bulmuş. Hoca:
– “Hele bir tane ye de tadına bak!…” demiş. Kadın:
– “Baksam ve beğensem bile peşin para ile alacak değilim.” Deyince, Hoca:
– “Canım sen yabancı mısın? Rahmetli kocanla dostluğumuz vardı. Ne
olacak, sonra verirsin parasını! Lakin şu zeytinden bir tane tad da
gör!..” Demiş. Kadın ise nazlanmakta devam etmiş:
– “İmkânsız, bugün oruçluyum. Üç yıl önce Ramazanda hastalanmıştım da
bir hafta oruç tutamamıştım. Bugünlerde o borcumu ödüyorum.” Bu söz
üzerine Hoca, başını sallamış:
– “Haydi, güle güle git! Ben vazgeçtim bu alışverişten.
Zira Allah’a olan borcunu üç yıl sonra ödeyen bir kimse, kulun zeytin borcunu kim bilir ne zaman verir!…”
Ödül
Hoca bir gün yeni aldığı güzel ve çok pahalı sarığını kaybeder. Bir arkadaşı sorar:
– “Hoca sarığın kaybolmasına çok mu üzüldün?”
– “Hayır. Sarığımın tekrar geleceğini adım gibi biliyorum. Çünkü sarığımı bulana yarım gümüş vereceğim.”
– “Bu kadar az bir ödüle karşılık senin sarığını bulan adam eminim o
sarığı geri getirmez. Zira senin sarığın en azından 90 gümüş eder.
Anladın mı Hoca?”
– Evet, işte ben de bunu bildiğim için herkese sarığımın değersiz bir sarık olduğunu ilân ettim ya!”
Kara Tavuk
Hoca, kümesindeki bir kara tavuğu, pazara götürüp satmak ister. Adamın
biri alıcı olur, tavuğu şöyle bir gözden geçirdikten sonra:
– Rengini beğenmedim, beyaz olsaydı satın alırdım!…der. O anda
Hoca’nın aklını bir kurnazlık gelir, bakkaldan hemen iki kalıp sabun
alarak hayvanı yıkamağa başlar. Tabii, hayvanın tüyleri yine simsiyah
kalır. Hoca, kendisini hayretle seyreden müşteriye dönerek:
– Aferin boyacıya!.. Hiç de cimri değilmiş; öyle has, öyle bol boya
kullanmış ki hayvanın rengini ağartmak mümkün olmadı!… der.
Bu söz, müşteriyi güldürür ve müşteri tavuğu satın alıverir.
Taşıma Parası
Hoca, yükte ağır pahada az birtakım eşyasını bir hamalın sırtına vurup
giderken kalabalık bir yerde adamı gözden kaçırır. Sağa sola bakınır,
arar, sorar; ortalıkta yok!… On gün sonra, hamala rastlar. Hoca, var
gücüyle kaçmaya başlar. Bunu görenler daha sonra Hoca’ya kaçışının
sebebini sordukları zaman şu cevabı alırlar:
– “Adamın sırtına on gün önce benim yükü taşıyorken kaybettim. Ya benden
on günlük taşıma parası isteseydi halim nice olurdu?…”
Öğüte Değil Paraya İhtiyacım Var
Günün birinde Hoca sevdiği zengin arkadaşı Ali’yi ziyaret etmiş. Hoca arkadaşına:
– “Bana biraz borç para ver?” demiş.
– “Ne için?” diye sormuş arkadaşı.
– “Yüz kuzu satın almak istiyorum”, demiş Hoca.
– “Şayet paran yoksa, kuzuları da alamazsın!”
bunun üzerine Hoca:
– “Senden öğüt değil para istemiştim arkadaşım.”
Para Sevgisi
Cimrinin biri, Hoca’ya, “demek Hocam” der, “parayı sende seviyorsun, fakat neden?” Hoca hemen cevap verir:
– Adamı, senin gibilere muhtaç etmez de ondan.
Çamurlu Kuyruk
Hoca bir gün eşeğini satmak için pazara götürmüş. Yolda eşeğin kuyruğuna
çamur bulaşmış. Hoca bunu görür görmez, onu kesip heybeye koymuş.
Pazara geldiğinde bir müşteri eşeği satın almak istemiş. Fakat ilk önce
eşeğin bir sakatlığı olup olmadığını araştırmak istemiş. Bu sırada onun
kuyruğunun olmadığını görmüş ve:
– “Hey! Bu ne biçim eşek ki? Henüz kuyruğu da yok”, demiş.
Bunun üzerine Hoca şöyle cevap vermiş:
– “Merak etme! Merak etme! Kuyruk yabanda değil. Pazarlıkta uyuşursak heybeden çıkarıp veririm”.
Beş Kuruş
Hoca’nın bakkala elliüç akçe borcu varmış. Hoca bir gün, birkaç
eşi-dostuyla çarşıdan geçerken bakkal onu görüp dükkândan fırlamış.
Hoca’nın karşısına geçip eliyle para işareti yapmaya başlamış, “borcunu
vermezsen seni tanıdıklarının yanında rezil ederim” demek istemiş. Hoca,
görmezlikten gelerek başını başka tarafa döndürmüş. Bakkal o tarafa
geçmiş, yine aynı işareti yapmış. Bakkalın, bu hareketi devamlı yapması,
Hoca’yı fena halde sinirlendirmiş, dostları da işi anlamışlar. Artık
sabrı tükenen Hoca, “gel buraya” diye hiddetle bakkalı çağırmış; “bana
bak” demiş, “benim sana ne kadar borcum var?” Bakkal, “elliüç akçe”
demiş. Hoca, “peki” demiş, “yarın gel yirmisekiz akçesini al, öbür gün
gel, yirmisini daha vereyim; etti mi kırksekiz, geriye ne kalır? Topu
topu beş akçe. Be hey zalim adam, beş akçeceğiz için beni çarşıda, ele
güne karşı rezil etmekten utanmaz mısın?”
Çekirdeğinde Ağırlığı Var
Hoca, hurma yerken çekirdeklerini çıkarmıyormuş. Karısı: “Efendi,
hurmayı, çekirdeğiyle mi yiyorsun” deyince “elbette ben hurmayı aldığım
zaman hurmacı da hurmayı çekirdekleriyle tarttı da bana verdi” demiş.
Hoca’nın Çilekleri
Bir gün Hoca erken saatlerde güzel bahçesine gider ve birkaç çilek
diker. Fakat akşam olduğunda da onları söker ve beraberinde eve getirir.
Bu sırada bir tanıdık:
– “Bu ne iştir Hoca?” diye sorar. O da:
– “Ortaklık bozuldu, ne olur ne olmaz. Herkes kendi malını göz önünde tutmalı”, der.
Yeni Uşak
Nasreddin Hoca’nın yeni bir uşağa ihtiyacı varmış. Komşusu Ahmet ona:
– “Ben sana Hasan’ı tavsiye ederim. O çok çalışkan bir işçidir,” demiş. Nasreddin Hoca:
– “İyi, onu bana gönder!” Demiş. Birkaç hafta sonra Ahmet, Hoca’ya sormuş:
– “Hasan’dan memnun musun?”
– “Evet, o çok iyi çalışıyor, fakat bana biraz pahalıya mal oluyor. Benden her gün para istiyor.”
– “Bu kadar parayla ne yapıyor ki?” Diye sormuş komşusu. Hoca:
– “Bunu bilmiyorum, şimdiye kadar hiç vermedim ki!”
Uzayan Maşa
Hoca, bedestende dolaşırken tellâlın bir kılıç sattığını görür:
– “Bu kılıç gazidir. On altına satıyorum; bedavadır, bedava!…”
Tellâlın yanına varan Hoca, bu kılıcın bu kadar pahalı satılmasındaki kerameti sorar. Tellâl:
– “Hocam, bu kılıç, düşmana uzatıldığı vakit tam beş arşın uzayıverir! “
Hoca, içinden “ya, öyle mi?” der ve koşa koşa eve gelerek büyük mangal
maşasını alıp tekrar bedestene döner; maşayı sallaya sallaya bağırmaya
başlar:
– “On altına; bedava, bedava!” Hoca’yı görenler gülüşerek:
– “Bir akça bile etmeyen adi bir ocak maşası on altın eder mi?” Derler. Hoca da onlara şu cevabı verir:
– “Ya, siz adi bir kılıcı biraz önce on altına satıyordunuz!.. “
– “Ama o kılıç, cenkte beş arşın uzar!” Hoca:
– “Eee der, bu maşa da bizin hatunun bana kızıp da şöyle bir kaldırdığı zaman 50 arşın, belki de daha fazla uzuyor…..! “
Hayvanlar
Siz Dışarı Çıkın
Nasreddin Hocanın kadılık yaptığı zamanlarda, bir adam tarafından bir
köpek öldürülmüş. Bu suçundan dolayı o şahsı mahkemeye vermişler. Gün
gelince mahkeme salonu tıka-basa dolmuş tabii. Salonu dolduranların
gürültü yapmaları dolayısıyla rahatsız olan Nasreddin Hoca, sinirlenerek
şöyle demiş:
– “Bu kalabalık da neyin nesi? Yahu! Siz dışarı çıkın da ölenin akrabalarından kimler varsa onlar gelsin içeri.”
Geç Yiğidim
Hoca Akşehir’de bir akşam evine dönerken karşıdan iri yarı bir köpeğin
geldiğini görür. İster ki köpek kaçsın veya kenara çekilsin ama hayvan
üstüne üstüne gelmekte. Korkutmak için köpeğe hoşt der ama ne çare ki
köpek cevap olarak kocaman dişlerini göstererek hırlar. Hoca bakar ki iş
kötü, pabuç pahalı hemen kenara çekilir ve hafifçe eğilerek köpeğe
döner:
– “Geç yiğidim geç!…”
Komadılar
Nasreddin Hoca bir gün at pazarına gider, bir beygir almak ister. Buna
bir katır getirirler, beygirdir bunu al, derler. Hoca da bu katırdır,
bilirim, dediği halde ısrar ederler. Hoca çaresiz kalıp katırı alır.
Üzengi vurup üzerine bineyim derken, katır bir çifte atar. Hoca da:
– “Bilirim sen benim bildiğim eski katırsın, beni bana komadılar”
O Bizden Daha Kirli
Hoca bir gün göl kenarında karısıyla birlikte çamaşır yıkamaya gider.
Tam işe başlayacakları sırada bir karga gelir ve sabunu kaptığı gibi
havalanır. Karısı:
– “Yetiş efendi sabunu kuş kaptı” dediyse de Hoca kılını bile kıpırdatmaz.
– “Telaşlanma karıcığım baksana simsiyah olmuş zavallı, o bizden daha kirli, varsın temizlensin.”
Kurdun Kuyruğu
Nasreddin Hoca ve arkadaşı kurt avına gitmiş. Arkadaşı kurdun inine
girmiş, Nasreddin Hoca da inin önünde bekliyormuş. O sırada kurt inine
geri dönmüş. Nasreddin Hoca’da kurt içeri girerken kuyruğundan
yakalamış. Kurt eşinmeye başlamış, ortalık toz duman içinde kalmış.
Nasreddin Hoca’nın arkadaşının gözüne toz gitmiş. Onun bir şeyden haberi
olmadığından içerden bağırmış.
– “Hoca efendi bu toz duman da neyin nesi? Nereden geliyor?” Diye sorunca, Hoca demiş ki:
– “Eğer kurdun kuyruğu koparsa, tozun nereden geldiğini anlarsın”
Göl Kuşları
Hoca, bir gün eşeğine binmiş, uzak bir yere gidiyormuş. Hava çok sıcak
olduğundan eşek yorulmuş ve susamış. Bir göl görmüş ve eşeği sulamak ve
dinlendirmek için göle doğru sürmüş, eşek de suyu görünce koşmaya
başlamış ve nerdeyse hocayı düşürecekmiş. Göl kenarına gelince eşek
göldeki kurbağalardan ürkmüş ve durmuş. Hocada düşmediği için sevinerek,
eşekten iner ve cebinden çıkardığı bozukluk paraları göle atarak;
– “Aferin göl kuşları. Bu parayla helva alıp yeyin,” demiş.
Sıkarken Öldü
Nasrettin hoca bir gün yolun kenarında kedisini yıkıyormuş. Yoldan geçen arkadaşı hocaya:
– “Hocam kediyi yıkama ölür.”
demiş. Hoca aldırış etmemiş ve yıkamış. Arkadaşı dönüşte hocayı tekrar yolun kenarında görmüş. Kedi ölmüştü. adam:
– “Hocam ben size kediyi yıkamayın ölür demedim mi? demiş. Hoca:
– “Ben kediyi yıkarken ölmedi ki sıkarken öldü.”
Düşünür
Tavuğu 5, papağanı 50 akçeye satan adama Hoca sorar.
-Hemşerim bu nasıl kuş 50 Akçe istersin?
-Hocam bu kuşa papağan derler ve konuşur. Hoca hemen eve koşar, kümesten hindisini kaptığı gibi pazara döner, başlar bağırmaya.
-Bu gördüğünüz kuş sadece 100 Akçeye, gel, gelll! Herkesten çok papağan satan şaşar bu ise ve sorar.
-Hocam 100 Akçe çok değil mi bir hindi için?
-Sen 50 ye satıyorsun ama
-Dedim ya hocam benim kuş konuşur ama
-Öyleyse, benimki de düşünür!
Aynı Fikir
Hoca, gençliğinde, cimriliği ve kıskançlığı ile tanınmış olan bir adamın
kazlarından birini yolda yakalayıp cübbesinin altına saklamış. Epeyce
yol aldığı halde hayvancağız hiç sesini çıkarmamış. Hoca, bir ara “Şu
kaza bir bakayım, öldü mü, kaldı mı?” diyerek cübbesinin ucunu
kaldırmış. Bu sırada kaz, gagasını açarak sanki “sussss!” der gibi
sesler çıkarmaya başlamış:
– Tısss, Tısss!
Hoca, hemen cübbesini örtmüş ve:
– Aferin kaz oğlu, ben de sana bunu tembih edecektim!… deyivermiş.
Tarifi Bende
Günün birinde Hoca et yemeği yemek ister. Kasaptan bir kilo et satın
alır. Tarifi kağıda yazıp cebine koyar. Evine giderken, bir karga
Hoca’ya doğru uçar, eti kapar ve kaçar. Hoca çaresizdir. Ama hemen
elindeki tarifi hatırlar ve tarifi cebinden çıkartarak kuşa doğru şöyle
bağırır:
– “Hey, aptal karga tarifi unuttun!
Horoz
Hoca köyünde en yakın kasabaya tavuklarını götürmek için kafese koyar. Yola koyulduktan sonra kendi kendine:
– “Bu cehennem sıcağına zavallı tavuklar dayanamazlar. Onları kafesten çıkarıp salıvereyim!” diye düşünür.
Fakat tavukları salar salmaz hepsi dört bir tarafa dağılıvermişler. Hoca küplere biner ve horozu yakalar:
– “Sen ne biçim kılavuzsun? Güneş doğmadan önce karanlıkta ötmesini biliyorsun da güpegündüz o şehrin yolunu nasıl bilmezsin?”
Yas
Hoca’nın tavuğu kaybolmuş. Bir siyah bez bulmuş, parça parça kesmiş, her
parçayı de lip her tavuğun boynuna takmış. Bunları görenler,
– “Hoca demişler, bu ne?”
– “Analarının yasını tutuyorlar, demiş.”
Suyundan
Kör Dövüşü
Nasreddin Hoca, gençliğinde dilenen bazı insanlar görür. Epey bir zaman adamları inceler.
Dilenciler kör oldukları için çevredeki insanlar onlara pek çok yardım
verirler. Fakat dilenciler bir türlü doymak bilmezler. Hoca,
dilencilerin yanlarına yaklaşır. Cebinden para kesesini çıkartıp
şakırdatır. Daha sonra dilencilere:
– Alın bu paraları da aranızda bölüşün, diyerek yanlarından biraz
uzaklaşır ve adamları izlemeye koyulur. Kör dilenciler, para kesesinin
içlerinden birine verildiğini sanarak parayı kapmak için birbirlerine
girerler:
– Kese sende!
– Ben de yok sende!
– Çabuk benim payımı verin, yoksa ben size yapacağımı bilirim! gibi
sözlerle açgözlü dilenciler, birbirlerine vurmaya, küfretmeye başlarlar
ama keseyi de bir türlü ele geçiremezler.
Hoca bunları gözlerken:
– Hey gidi açgözlü iki dünya körleri hey! diye söylenirken biri:
– Ne oluyor Hoca? diye soru sorar. Hoca:
– Ne olacak, kör dövüşü nedir bilmiyorsan öğren, der.
Postacılar
Nasrettin Hoca`nın bir gün paraya çok ihtiyacı olmuş ve Allah`a mektup
yazmış. Mektupta; “Allah’ım bana yüz altın gönderir misin?” yazıyormuş.
Gitmiş
mektubunu postaneye vermiş. Postacılar bakmışlar ki mektup Allah`a
gidecek, merak edip mektubu okumuşlar ve kendi aralarında altın
toplamışlar
fakat 99 tane çıkmış. Bir zarfın içine koyup, Nasrettin Hoca`nın evine bırakmışlar ve kapının arkasından dinliyorlarmış.
– “Nasrettin Hoca mektubu açıp altınları saymış ve Allah`a dua edip;
“Allah’ım bi daha şu postacılarla gönderme, hiç güven olmuyor.”
Karanlık
Hoca, bir gün yüzüğünü kaybetmiş.Aramış, aramış bulamamış.Canı sıkılmış,
sokağa çıkmış.Orada da sağa sola bakınmaya başlamış. Yoldan geçen
komşusu durup sormuş.
– Ne arıyorsun Hocam.
– Evde yüzüğümü kaybettim de.
– İlahi hoca, öyleyse neden burda arıyorsun?!
– Eee!! içerisi pek karanlıkta.
Tecrübe
Hoca yüksek bir ağacın üzerine çıkmış bir adam görür. Ağacın altında beş
on kişi ne yapalım diye konuşurlarken Hoca yaklaşır, olup biteni sorar.
-“Görmez misin, herif aşağı inemiyor” derler. Hoca:
– “Ne kadar ahmak adamlarsınız, şu kadarcık işi halledemiyorsunuz” diye
çıkışır. Sonra bir ip getirmelerini ister. İp gelince Hoca ağaca çıkıp
bir ucunu adamın beline sıkıca bağlar, diğer ucunu da aşağıdakilere
atar. Adamlar 1,2,3 deyip ipe öyle yüklenirler ki adam tutunduğu dalla
birlikte aşağı yere yapışır ve ölür. Hoca şaşar bu işe,
-“Geçen gün bir kuyudan böyle ip ile bir adam çıkardık idi, ölmedi, bu niçin öldü” diye söylenir.
Ümit
Hoca eşeğini kaybetmiş ve arıyor, bu arada da neşeli bir türkü tutturmuş. Birisi sorar:
-Hocam, eşeğini kaybettiğin halde sen türkü söylüyorsun.
-Son bir ümidim, eşeğin tepenin arkasında olabilir. Eğer değilse, bekle ve gör o zaman sen bendeki feryadı!
Testi
Hoca bir gün oğlunu çeşmeye göndermiş ve iki tokat atarak testiyi eline
tutuşturmuş ve sakın ha suyu getirirken düşürüp testiyi kırma demiş.
Merakla kendisine bakanlara:
-” Ne yani testiyi kırdıktan sonra ne diye tembihleyecektim.
Patlıcan Nedir?
Hoca’nın beş altı yaşlarında bir oğlu vardı, bir gün bir patlıcan göstererek:
– “Bu nedir?” Diye çocuğa sormuşlar, çocuk da:
– “Gözü açılmadık sığırcık yavrusu!”
Diye karşılık verince, bu sırada orada bulunan Hoca göğsünü kabartarak:
– “Vallahi dostlar, bunu ben kendisine söylemedim. Çocuk akıllıdır kendi kafasıyla buldu” demiş.
Kendimi Balık Sandım
Birkaç ahbabı Hoca’ya gelip rica ederler:
– Gel, hep beraber gölde balık avlayalım!…
Derler. Hoca razı olur. Göl kenarında, ahbapları balık ağlarını suya atar atmaz o da göle balıklama dalar. Eşi dostu bağırırlar:
– Hoca, ne yapıyorsun?
Hoca, başını sudan çıkararak cevap verir:
– Kendimi balık sandım da!…
Göl Yerine Otlak
Hoca gençliğinde, Sivrihisar’dan Akşehir’e ilk gelişinde Akşehir gölünü görünce şaşakalmış. Yanındaki arkadaşına:
– Eğer buraya su doldurmamış olsalardı hayvanlar için ne güzel bir otlak olurdu, değil mi?… demiş.
Yabancısıyım
Bir gün bizim Hoca şehrinden pek fazla uzak olmayan bir köyü ziyaret etmiş. Gezerken bir köylü ona:
– “Bugün günlerden hangi gündür” demiş.
Bizim Hoca:
– “Bilmem ki! Ben buranın yabancısıyım.”
Göz Ağrısı
Bir vatandaş Nasreddin Hoca’ya gelir ve göz ağrısından dolayı ona başvurur:
– “Ah, Hoca! Ne yapmalıyım? Bana lütfen bir öğüt ver!”
Hoca da şöyle cevap verir:
– “Benim dişim ağrıyordu, çektirdim kurtuldum sende çektir kurtulursun!”
Ahmak Dediysek
Değirmene buğday götüren Hoca, bir fırsatını bulup orada bulunan diğer
çuvallardan birer avuç alıp kendi çuvalına doldururken, değirmenci görür
ve Hoca’ya ne yaptığını sorar. Şaşıran Hoca hemen
– “Ben ahmağın biriyim, ne yaptığımı bilmem ki” der. Değirmenci
“Ahmaksan neden kendi çuvalından alıp başkasının çuvalına
doldurmuyorsun” deyince, Hoca şu cevabı verir
– “Ahmak dediysek, o kadar da değil.”
Bildim Bildim
Bir gün bir adam avucunda tuttuğu yumurtayı işaret ederek:
– “Hoca! Şu avucumdakini bilirsen sana bundan bir kayganalık veririm”, demiş.
Bunu üzerine Hoca:
– “Biraz şeklini tarif edersen, bilirim” demiş.
Adam “dışı beyaz, içi sarıdır” diye açıklayınca Hoca hemen şu cevabı verir:
– “Bildim, bildim. Şalgamı soymuşlar, ortasını oymuşlar, içine havuç koymuşlar.”
Ya Kokusu
Birisi Hoca’nın yanında otururken kazara seslice yellenmiş. Sonra
kabahatini belli etmemek için ayağı ile tahtayı gıcırdatmış. Hoca demiş
ki:
– “Haydi sesini onun sesine benzettin diyelim. Ya kokusunu ne yapacaksın?”
Karakaçan
Eşeğin Acelesi
Nasreddin Hoca,bir gün eşeğe binmiş yolda giderken, eşek birden koşmaya
başlamış. Kontrolünden çıkan eşeği durdurmaya çalışsa da hoca başarılı
olamamış. Eşeğin sırtında iken hocanın rüzgar gibi geçtiğini görenler:
– “Hayırdır hocam,bu telaş da neyin nesi, ne tarafa böyle?” diye
sormuşlar. Hoca geride bıraktığı topluluğa eşeğin sırtından başını geri
çevirerek şöyle cevap vermiş:
– “Merak edilecek bir şey yok. Eşeğin acele bir işi çıktı da,birlikte oraya gidiyoruz..”
Mısır kadısı
Bir gün Hoca, gene eşeğini kaybeder. Eee, bu kaçıncı! Gayri canına ‘tak’ eder:
– “Biraz da o beni arayıp bulsun!” diye soylenir. Şuradan şuraya adımını
atmaz. Aradan aylar, günler geçer. Karakaçan ne döner gelir, ne bir
kuru selam gönderir. Günlerden bir gün Hoca eşekler başı De li Ömer’i
görür ve eşeğinde haber sorar. De li Ömer:
– “Duymadın mı senin eşek Mısır’a kadı oldu!” Bunu duyunca, Hoca başını sallar:
– “Tevekkeli değil; ben bizim çömeze ders verirken, o da kulaklarını dikip dinliyordu! der
Göle Koş
Hoca, bir gün kırlardan topladığı çalı çırpıyı eşeğine yükleyip evine
götürürken acaba, yaş çırpı da kurusu gibi yanar mi? diye düşünür ve
şeytana uyarak çakmağını çakar ve alevi çalı çırpıya dokundurur.
Aralarında kuruları da bulunan çalı çırpı hemen alev alır. Eşekte bir
korku, bir telaş, huzursuzluktur başlar. Anırarak, çifte atarak dört
nala koşmaya başlar. Hoca da arkasından olanca gücüyle bağırır:
-Aklın varsa göle koş!
Eşek Nerde?
Nasreddin Hoca İstanbul’a gitmiş. Orada eşeğini kaybetmiş , aramış
aramış bulamamış. Bir otele yerleşmiş. Çarşaflar o kadar temizmiş ki
yatamamış tutmuş yatağın altına girmiş. Odayı boş gören karı koca odaya
yerleşmiş. Adam karısına:
– “Gözlerinde bütün İstanbul’u görüyorum.” demiş. Hoca yatağın altından kafasını çıkarıp:
– “Benim eşeği de görüyor musun?”
Hoca’nın Eşeği Pazarda
Hoca eşeğini pazara götürüp satmak ister. Bir müşteri çıkar. Eşeğin
yaşını anlamak için dişine bakacak olur. Eşek onun elini ısırır. Adam
sövüp sayarak çekilir gider. Başka bir müşteri çıkar, kuyruğunu
kaldıracak olur. Kaba etine demirden bir çifte yer. O da topallayarak
sövüp sayarak gider.
Tellâl gelir: “Hocam, der. Bu eşeği kimse almaz. Önüne geleni ısırıyor, tekmeliyor”. Hoca başını sallar ve:
“Zaten ben de onu pazara satmak için getirmedim. İnsanlar görsünler de benim neler çektiğimi anlasınlar diye getirdim” der.
Bildiği
Hoca bir gün eşeğini bulamaz ve basar yaygarayı:
-“Eğer eşeği hemen bulmazsam ben bilirim yapacağımı” diye. Bir kaç saatte eşek bulunur ve Hocaya birisi sorar:
-“Hocam bulunmasaydı ne yapacaktın?”, Hoca biraz tebessümle:
– “Ne olacak gidip yenisini alacaktım.”
Memnuniyeti
Hoca merkebini kaybetmiş. Hem arar, hem şükredermiş.
– “Arıyorsun iyi, fakat neden şükrediyorsun?”
– “Nasıl şükretmeyeyim ya üstünde ben de olsaydım da beraber gitseydim.”
Nereye
Hoca günün birinde karakaçana binmiş. Fakat bir türlü sahip olamıyormuş. Yolda birisi sormuş:
– “Böyle nereye Hocam?”
– “Eşeğin istediği yere.”
Salıdan Cuma Namazına
Eşeğin üstünde ağır ağır gidiyormuş Hoca. Bir tanıdığı çıkmış önüne:
– “Hocam hayrola, nereye böyle ağır ağır?”
– “Cuma namazına… “
– “Nasıl olur? Bugün daha Salı…” Hoca, eşeğini göstererek şöyle cevap vermiş:
– “İnsanın böyle kocamış bir eşeği olursa, ancak salıdan çıkıp yetişebilir cumaya..”
Kadının Sözü
Hoca karısına bir gün sorar:
– “Birinin öldüğünü nereden anlarsın?”
– “Eli ayağı soğur, ondan bilirim!…”
Birkaç gün sonra Hoca odun toplamaya ormana gider. Hava soğuktur. Bakar ki elleri ayakları buz gibi.
– “Ben mutlaka öldüm!…” diye bir ağacın altına uzanır. Balta sesinin
kesildiğini duyan kurtlar eşeği yemeye başlarlar. Hoca yattığı yerden
başını kaldırıp,
– “İyi buldunuz sahipsiz eşeği, yiyin bakalım”
Getir Cübbemi Al Semerini
Hoca bir gün eşeğine binip ormanın içinden bahçeye gidiyormuş. Yolda
küçük ihtiyacı gelmiş. Eşeğini bir ağaca bağlamış. Pahalı cübbesini
eşeğin semeri üzerine atmış ve uygun bir yer aramış.
Bu arada hırsızın birisi gelip cübbesini çalmış. Hoca döndüğü zaman
cübbesinin çalınmış olduğunu görmüş. Bunun üzerine eşeğin semerini alıp
omzuna atmış ve şöyle söylemiş:
– “Öyle olsun! Hırsız! Sen benim cübbemi geri vermezsen, ben de senin semerini vermem!”
Hoca ve Heybesi
Hoca bir gün pazara gitmiş. Aldığı zerzevatı heybesine doldurmuş, omuzuna vurmuş, eşeğine binmiş gidiyormuş. Yolda birisi:
– “Efendi!. Efendi! Niye heybeyi eşeğin terkisine koyup da rahat rahat gitmiyorsun?” deyince Hoca şu cevabı vermiş:
– “Hem hayvan bizi taşısın, hem de fazla olarak sırtına bir de heybeyi mi yükletelim?”
Mahkeme
Sağlıkla Giy
Nasreddin Hoca bir gün bağlarda yanında arkadaşları ile dolaşırken,
Akşehir kadısına rastlamış. Kadı efendi keyfine düşkün bir adammış.
Akşehir’de halkın yanında içemeyeceği için, canı içmek isteyince, şarap
şişesini alır, bağlara gider, kendisini kimsenin görmeyeceği bir yere
varınca şarabı orada içip sarhoş olmuş, sonra cübbesini, sarığını bir
yere fırlatıp atmış kendiside sızıp kalmış. Hoca’nın da bir cübbeye
ihtiyacı varmış. Üstündeki epey eskiymiş. Yerlere atılmış cübbeyi
görünce hemen alıp sırtına giymiş. Kadı akşama doğru ayılmış, bir baksa
cübbe yok. Biraz arar bulamaz. Çalındığını sanır. O halde evine gelir.
Ertesi sabahta adamlarına kimin sırtında cübbesini görürlerse yakalayıp
getirmelerini emretmiş. Adamlar da hemen çarşıyı pazarı dolaşırlar, bir
baksalar Nasreddin Hoca’nın sırtında kadı efendinin cübbesini görürler.
Hocayı aldıkları gibi kadının huzuruna çıkartırlar.
Kadı cübbeyi tanıyınca sormuş:
– “Bu cübbeyi nerden buldun? “ Hoca cevap vermiş:
– “Dün bazı arkadaşlarla bağda dolaşıyorduk. Bir de ne görelim. Saçı
sakalı ağarmış, şöyle sizin gibi kelli felli bir adam, zil zurna sarhoş
olmuş yatmıyor mu? Yanında da içilmesi haram olan koca bir şişe şarap da
var. Cübbesini sarığını çıkartıp atmış. Bu halde oralardan bir hırsız
geçecek olsa cübbeyi çalacak. Buna meydan vermemek için cübbeyi aldım.
Sahibi çıkınca hemen çıkarıp vereceğim. Şahitlerim de var, demiş. Kadı
şöyle sakalını bir sıvazlamış. Biraz düşünmüş. Sonra:
– “Sen hele onu sağlıkla giymeğe devam et Hoca! Bu cübbenin sahibi çıkmaz“
Tokat
Günlerden bir gün Nasreddin büyük bir şehre gelmiş. Caddede birçok insan
varmış. Dikkatsizliği yüzünden kalabalık içerisinde bir adama çarpmış .
Nasreddin Hoca daha özür dilemeye fırsat bulamadan adam Hoca’ya esaslı
bir tokat atmış. Hoca buna çok kızmış ve onu Kadı’ya getirmiş. Kadı her
ikisini de dinledikten sonra kanun hükümlerine bakmış ve hemen şöyle
karar vermiş: “Tokat için Hoca’ya 10 para ödemek zorundasın.” Bu hafif
ceza kararı ile Nasreddin, davalının Kadı’nın arkadaşı olduğunu anlamış.
Davalı ise yanında parası olmadığını iddia ederek para alıp gelmek için
eve gitmiş.
Gerçekten Hoca 10 parayı alabilmek için davalı geri gelene kadar
beklemek zorunda kalmış. Kadı sessizce kanunları okumaya devam etmiş.
Nasreddin Hoca da bekledikçe beklemiş. Adamın gitmesinden iki saat
geçmiş olmasına rağmen para gelmemiş. Hoca hemen ayağa kalkmış. Kadı’ya
kuvvetlice bir tokat indirmiş ve şöyle söylemiş:
“Öyle ya! Şimdi 10 parayı siz alırsınız, bu adam parayı bana getirene kadar bekleyemem. Çünkü acele bir işim var.”
Kim Suçlu
Neticede biri ölen ineklerin kavgasından sonra adamın biri gelip senin
inek benim ineği öldürdü, hayvanlara sebep bağlanmadığından dolayı,
kesinlikle sorumsuzlardır. Bu yüzden de, sahibi sorumlu tutulamaz!” der
-Hocanın aklına yatar ama, “yerine göre” der, hüküm vermeden. Uyanık adam;
-Hocam galiba ölen benimki değil senin inekmiş.
Hoca katibe seslenir:
– Oku bakayım kara kaplı kitaptaki şu hayvan sahibinin sorumluluğunu!”
Haklı Haklıdır
Hoca, kısa bir süre önce hakimliğe atanmıştı. Ona ilk dava sunulmuştu ve
davacı öyle inandırıcı de liller göstermişti ki, Nasreddin Hoca:
– “Haklısın”, demiş.
Mahkeme kâtibi onu, davalıyı dinlemeden önce karar vermemesi için uyarmıştı.
Davalının güzel konuşması onu öyle etkilemişti ki, adam konuşmasını bitirir bitirmez:
– “Haklısın”, demiş.
Mahkeme kâtibi bu yargılama şekline asla razı olmamış ve:
– “Beyefendi, her ikisi de haklı olamaz ki” Hoca:
– “Sen de haklısın” demiş.
Kanunun Alfabesi
Nasreddin Hoca caddenin üzerinde, çok arzu ettiği değerli bir yüzük
bulmuş. Fakat kanun, bir şey bulan kişinin çarşı meydanına gitmesini ve
bulunan şeyi yüksek sesle üç defa tanıtmasını istiyormuş.
Hoca, sabah saat üçte sessizce çarşı meydanına gitmiş ve bütün kuvveti
ile bağırmış: “Çok değerli bir yüzük buldum.” Üçüncü defada çarşı
insanla dolmuş. “Ne söyledin ki Hoca?” diye sormuşlar.
“Kanun üç defa bağırmamı istiyor. Dördüncü defa bağırırsam belki kanunu çiğnerim. Fakat size daha başka bir şeyi bildirebilirim.
– Ben pırlanta bir yüzüğün kanunî sahibiyim.”
Etraflıca İlgi
Nasreddin Hoca, kendi köyünde hakim olarak çalışırken, adamın biri gayet
heyecanlı bir şekilde ona doğru koşmuş ve hakkını istemiş:
– “Saldırıya uğradım ve soyuldum” diye bağırıyormuş. “Hemen bu köyün
önünde. Buradan biri olmalı. Suçluyu bulmanızı istiyorum. Benim
pelerinimi, kılıcımı ve hatta çizmemi de çaldı!”
– “Gördüğüm kadarıyla atletini çalmamış?”
– “Hayır, onu çalmadı.” Hoca:
“O halde o bizim köyden değil. Burada her şeyle etraflıca ilgilenilir. Sen suçluyu aramızda haksız yere arıyorsun.”
Kadı’nın İneği
Nasreddin Hoca’nın Kadı vekilliği yaptığı günlerden birinde adamın biri,
dili bir karış dışarıda, endişeli endişeli mahkeme binasına doğru
koşuyormuş.
Hoca da, makamına oturmuş keyifli keyifli kahvesini içiyormuş. Birden
odanın kapısı açılmış. Adam nefes nefese, – “Kadı Efendi, Kadı Efendi!
Adaletini göster!” deyip, biraz durmuş, sonra da anlatmaya başlamış:
– “Efendi Hazretleri, ben cahil bir adamım. Kanundan filân anlamam. Onun
için size geldim, sorup öğreneyim, dedim. Bir inek, bir ineği öldürürse
cezası ne olur acaba?” diye sormuş.
Hoca, güya adamı ikna edebilmek için önünde duran kara kaplı kitabı
açmış. – “Eveeet! İşte, şurada bir yerde yazılı olacak… Tamam, tamam!
İşte buldum. Dinle bak” dedikten sonra:
– “İki inek kavga eder de biri diğerini öldürürse, hayvanda akıl
olmadığından cezalandırılamaz. Şayet, sahibinin olaydan haberi yoksa ona
ceza verilmez,” demiş.
Hoca’nın bu sözleri üzerine adam rahatlamış. Derin bir nefes almış.
Sonra da kıs kıs gülerek, – “Hoca efendi, nasıl olsa kanunu söyledin.
İşini aslını şimdi dinle” dedikten sonra da:
– “Efendi Hazretleri, az önce doğruyu söylemekten korkmuştum. Benim
ineğin ne kadar dövüşçü olduğunu bilirsin. Bu sabah çayırda otlarken
senin sarı ineğin karnını deşip öldürdü” demez mi?
O zaman Hoca’nın rengi atmış. Bütün hiddetiyle gürleyerek,
– “Demin ben de sana, seni baştan savmak için yalandan okumuştum. Şimdi
mesele değişti. Hele şu kara kaplı kitabı bir daha açık okuyalım!”
demiş.
Çömlek
Günün birinde Hoca’nın Kadı’ya işi düşmüş. Hoca Kadı’nın yaptığı her iş
için bir hediye istediğini duyunca “ne vermeliyim acaba?” diye düşünmeye
başlamış. Hoca çömleğini yanına alarak nehrin kenarına gitmiş. Çömleği
çamurla doldurmuş ve üstüne de bal koymuş. Kadı, Hoca’nın elinde çömleği
görür görmez, işi gücü bırakır ve çömleği alıp belgeyi Hoca’nın lehine
onaylar. Nasreddin Hoca gittikten sonra Kadı bir parmak alınca anlamış
ki çömleğin altı koyu balçıkla dolu. Hemen Hoca’ya bir adam yollamış.
Gelen adam:
– “Hocam, Kadı efendi seni çağırıyor. Belgenin bir yerinde bozukluk varmış, onu düzeltecekmiş.” Hoca, bu sözü duyunca demiş ki:
– “Bozukluk belgede değil, bal çömleğinde.”
Kim Isırdı?
Hoca kadı iken iki adam gelmiş. Biri diğerini göstermiş:
– “Bu adam kulağımı ısırdı,” demiş. Diğeri kendini şöyle savunmuş:
– “Hayır! O kulağını kendi ısırdı.” Hoca sormuş:
– “Kim ısırdı?”
– “Kendisi.” Hoca odasına dönmüş ve kendi kendine kulağın ısırılıp
ısırılamayacağını düşünmüş ve bir de kendisi denemiş. Denerken yere
düşmüş ve ayağını kırmış. Doktorlar gelmişler ve ayağını sarmışlar.
Ertesi gün Hoca suçlunun kim olduğuna karar vermiş:
– “Aptal! Kulağı ısıran da sensin, benim bacağımı kıran da.”
Buharını Satan, Parasının Sesini Alır
Bir yoksul, nasılsa elde ettiği kuru arpa ekmeğini, bir aşçı dükkânına
gidip tenceresinden çıkan buhara tutar, yumuşatır ve yermiş. Ekmeği
tamamiyle yedikten sonra aşçı, yoksulun yakasına yapışmış; “buharımın
parasını ver” demiş. Adamcağız; “yahu, insaf et, buhar da para ile
satılır mı?” demişse de dinletememiş. Sonunda mahkemelik olmuşlar ve
kadılık yapan Hoca’ya gitmişler.
Hoca davayı dinledikten sonra cebinden iki akçe çıkarıp iki avucunun
arasına kor, davacıyı çağırıp iyice dinledikten sonra avuçlarını adamın
kulağına yaklaştırır ve sallar. Paralar da avucunda şıngır şıngır
sallanır. Adama, “haydi” der, “al paranın sesini ve git.” Aşçı, “paranın
sesi alınır mı” deyince Hoca şöyle cevap verir:
– “Yemeğin buğusunu satan, paranın sesini alır.“
Yönetici
Bana Ne Ad Koyarlardı?
Bir gün Nasreddin Hoca’ya Timur :
– “Yahu, şu Abbasi halifelerinin her birisi birer lakap almış kimi El
mutazımBillah, kimisi de El mütevekkil-Allah, diye anılıyormuş. Ben
acaba onların zamanında hükümdar olsaydım, bana ne ad koyarlardı. Hoca
hiç çekinmeden :
– “Sana da Neüzzü-Billah (Allah sığınırız) derlerdi.”
Ayva İle İncir
Nasreddin Hoca bir gün Timurlengi ziyarete karar verir.Giderken yanına
hediye olarak bir sepet ayva alır.Fakat hoca yolda ayva yerine incirin
daha iyi hediye olacağına karar verir ve dönüp ayvaları boşaltır onların
yerine sepeti incir doldurur. Padişah Timur ‘a hocanın kendisine hediye
getirdiği ve huzura kabul edilmesini istediği bildirilir. Hoca huzura
alınır. Hediye olarak çok değerli bekleyen padişah
incirleri görünce çok kızar ve incirleri tek tek hocanın kafasına vurur.
Fakat hoca acıdan bağıracağına Allah’a şükreder. Şaşıran Padişah
sebebini sorar, Hoca :
-Padişahım ya ayvaları getirseydim halim ne olurdu der…
Peygamberi Barbar Cengiz
Hoca bir gün Timur’un adamlarından birine sormuş:
– “Sen hangi mezheptensin? “ Adam elini göğsüne koyarak,
– “Emir Timur!” demiş. Oradaki bir başkası:
– “Hoca Efendi, bir de peygamberini sor bakalım, demiş. Hoca:
– “Gerek yok, imamı Topal Timur olursa, peygamberi de kesinlikle Barbar Cengiz’dir!”
Yemesi Kolay Olsun Diye
Timur’un defterdarı hesapta bir yanlışlık yapar. Bunun üzerine Timur o defterdara kağıtları
yedirir ve işten kovar. Yerine Nasrettin Hoca’yı alır. Hoca hesapları
yufka üzerinde yapmaya başlar. Timur bunu görür ve sebebini sorar. Hoca
aynen şu cevabı verir:
– “Yemesi kolay olsun diye”
Ye deve ölür, ye ben ye da Timur
Bir gün Timur, Hoca’yla hoşbeş ederken, “Buradan attım kılıcı, varıp
Halep’de oynadı bir ucu!” kabilinden, sözü uzattıkça uzatarak,
büyüttükçe büyüterek, pireyi deve yapar.. Hoca’nın kafası bozulur. O da
tutar, Allah’ın devesini, dev yapılı bir mahluk haline kor:
-Doğrusu elimden nice develer gelip geçti ama, böylesini görmedim. Uç
desem, kanatlanıyor; yürü desem, ayaklanıyor. Ne çare ki, benim çömez
misali okuması var, yazması yok! kabilinden satar, savurur.
Timur buna, parmağını ısırır:
– “Aman su mahluku bir göreyim! der.
Hoca hiç istifini bozmadan:
-Devletlim, der; bugünlerde, namaz başlarını öğretiyorum. Allah izin
verirse, seneye yine geldiğimde, önünüze diz çöksün!” der. Timur seneyi
iple çeker.
O gün gelince, Hoca:
– “Sormayın efendim, Kuranı okumaya başlayınca, öyle bir aşka geldi ki,
simdi de, ‘Hafız olacağım!’ diye tutturdu. Allah ecelden aman verirse,
bir daha ki seneye getireyim de hıfzını dinleteyim! deyip Timur’un
otağından ayrılır. Timur, gene seneyi iple çekmeye baslar, Hoca’nın esi
dostu;
– “Bre Hoca, sen kanınla mı oynuyorsun? Kaçın kurdu Timur; böyle palavraları yutar mı? diye çekip çekiştirince, Hoca;
-Yahu, ne telaş ediyorsunuz, seneye kadar çok zaman var. O zamana kadar Ye deve olur, ye ben ye da Timur!
Kazın Ayağı
Timurlenk, Ankara Savaşı’ndan sonra Sivri Hisar’a gelir. Hoca kolları sıvar. Semiz bir kızarttıktan sonra
alır Timur’a doğru yola koyulur. Hocanın karnı da açtır. Tepsideki kaz
kokusu burnuna gelir. Hoca bir yutkunur, iki yutkunur, dayanamaz. Bir
budu kopartıp
yer. Timur:
– “Nerede bu kazın diğer budu?” diye sorar. Hoca hiç tereddüt etmeden bir kafadan atar:
– “Bizim burada kazlar tek ayaklıdır Şevketlim!” der. Timur kızar:
– “Haydi gidip görelim” der. Hoca’nın mahallesine giderler. Kış
günlerinde kümes hayvanları tek ayakları üzerinde dururlar ya… Hoca
kazların o anda öyle durduklarını görünce:
– “İşte Sultanım! Demin söylediğim gibi… Bizim burada kazlar tek
ayaklıdır!” der. Tam o sırada yanlarından bir davulcu geçiyormuş. Timur
ona kazları ürkütmesini
emreder. Davulcu, şaşkınlıktan hayvanların üzerine tokmağını fırlatır.
Tabii kazlar iki ayaklı olup kaçarlar. Timur Hoca’ya döner:
– “Bre Hoca sarığından utanmaz misin? Huzurumuzda nasıl yalan
söylersin?” diye gürler. Hoca son derece pişkindir. Hiç istifini bozmaz.
Ve ona su cevabı
verir:
– “Kızma Sultanım! O tokmağı sen yeseydin dört ayaklı olurdun!..”
Korkudan doğan İhtiyaç
Timur bir asker çağırır, Hoca hedef olacak, asker onun cüppesine,
kavuğuna ve kalbine atacaktır. Hoca korkusunu hiç belli etmez. Birinci
ok yerini bulur, ikincisi kavuğu devirir, Timur üçüncüsünü attırmaz,
Hoca’ya bir cüppe, bir kavuk ve bir altın madalya verilmesini söylerken
Hoca konuşur:
– “Bir de don!”
Hoca’nın Cesareti
Hoca, Timur’un halka ettiklerinden bıkıp usanır. Bir gün, her şeyi göze alıp saraya gider. Hoca da sinirli sinirli:
– “Devletlim, halka çektirdiğin bu zulme bir son vermez veya en kısa
zamanda buralardan çekip gitmezsen ben yapacağımı bilirim” der. Hoca’nın
bu şekilde tehdit edercesine çıkışması, Timur’u çileden çıkarır. Timur:
– “Yaa, öyle mi?.. Demek ki, sen ne yapacağını bilirsin… Söyle bakalım
ne yaparsın?…” diye haykırır. Hoca Timur’un çileden çıktığını görünce
gayet yavaş ve yumuşak bir sesle sözünü şöyle bitirir:
– “Aman sultanım, hiç öfkelenmeyin, siz gitmezseniz, Akşehir halkını ardıma takıp ben gideceğim de!…”
Timur’un Ederi
Timur Hoca’ya sorar.
-“Şu halimle ben kaç para ederim?…” Hoca;
-On Akçe der.
-Bre gafil sen bana nasıl on Akçe ettiğimi söylersin bu parayı sadece Peştamal yapar! deyince, Nasreddin Hoca boynunu bükerek;
-Peştamalı hesaba kattım zaten! der.
Cennet
Padişah Hoca’ ya sormuş.
-“Hocam ölünce cennete mi gideceğim yoksa cehenneme mi?”
-“Cellatlarınızın kılıçlarıyla ölen masumlarla cennet dolup taşmak üzere eğer devam ederseniz size yer kalmayacak.”
İki Arşın
Timur, hocaya takılmak için sormuş:
-Eşekle arandaki fark nedir?
Hoca, göz kararı ölçmüş Timur’la arasını ve “iki arşın var sultanım” demiş.
Fil
Timur’un verdiği fil köylüyü canından bezdirince Hocayla bir grup köylü
yola koyulur fakat korkularından birer ikişer arkadan sıvışırlar derken
Hoca Timur’un huzuruna yalnız çıkar ve:
– “Efendim verdiğiniz fil yalnız kalmasın bir tane daha gönderseniz köylü çok sevinir.”
İsabet
Hoca, Timur’un huzurunda bir gün, ok atmadaki maharetinden bahseder.
Timur, hemen yayla ok getirtir, buyurun der, dışarıya çıkarlar. Hedef
dikilir.
Hoca, söylediğine pişman olur amma iş işten geçer. Yayı gerer, oku
fırlatır. Ok, hedeften bir metre sağa gider. Hoca, işi bozuntuya
vermeden Timur’a
– “Bizim sekbanbaşı, böyle atardı” der.
Bir ok daha atar, o da vızlayarak dağların yolunu tutar. Hoca, subaşı da böyle atardı” der.
Tesadüf bu ya, üçüncü ok, tam hedefe isabet edince Hoca:
– “Nasreddin kulunuz da böyle atar” der.
Yarışma
Akıllı Adam
Bir keşiş dünyanın en akıllı adamını bulmak için diyar diyar geziyormuş
sıra Nasreddin Hoca’nın köyüne gelmiş ve köylülere sormuş.
– “Sizin köyün en akilli adamı kim?“ demiş. Köylülerde:
– “Nasreddin Hoca demiş.” bunun üzerine kesiş köy meydanında Hoca ile
görüşmeye başlamış ve eline bir çomak almış yere bir daire çizmiş,
Nasreddin Hoca da çomakla daireyi ortadan ikiye bölmüş, keşiş bir doğru
daha çizerek daireyi dörde bölmüş,hocada dörde bölünmüş dairenin üç
dilimine çarpı işareti koymuş, keşiş elleriyle aşağıdan yukarıya doğru
hareket yapmış, Hocada yukarıdan aşağıya yapmış ve kesiş büyük bir
hayranlıkla Hoca’yı tebrik etmiş. Olup bitenden bir şey anlamayan halk
keşişe ne olduğunu sormuş keşiş de :
– “Bu adam gerçekten dünyanın en akıllı adamı, yere dünya çizdim o
ortadan ekvator geçer dedi, ben dünyayı dörde böldüm o da dört de üçü
sudur dedi, ben yerden buharlaşma sonucunda ne olur dedim o da yağmur
yağar dedi.” Bu sefer hocaya neler olduğunu sorar halk Hoca da:
– “Bu adam oburun biri, yere bir tepsi baklava çizdi ben de yarısı benim
dedim, daha sonra tepsiyi dörde böldü o zaman dört de üçü benim dedim, o
da tepsi altından ateşi hafif hafif almalı dedi ben de üstüne fındık
fıstık eklersek daha iyi olur dedim”
Ekmek ve Bilginler
Filozoflar, tefsirciler ve hukuk bilginleri, Nasreddin Hoca hakkında
karar vermek için saraya çağrıldılar. Davası çok ciddi idi, zira Hoca
imparatorluğun adı geçen âlimlerinin, bilgisiz, boşboğaz, şaşkın
olduklarını köy köy dolaşarak ilân ettiğini etmişti. Devletin
güvenliğini tehlikeye sokmaktan dava edilmişti.
– “İlk olarak sen konuş”, dedi Padişah. Hoca:
– “Kâğıt kalem getirtiniz”, dedi. Her ikisi de getirildi.
– “Onları ilk yedi âlim arasında paylaştırınız!” Olay şöyle devam etti.
– “Herkes şu soruyu kendi kendine cevaplandırsın: Ekmek nedir?” Bir
müddet böyle geçti. Cevaplar padişahın eline verildi ve padişah onları
okudu. İlk cevap şöyleydi:
– “Ekmek bir yiyecek maddesidir.” İkinci:
– “Ekmek un ve sudur”. Üçüncü:
– “Ekmek Allah vergisidir”. Dördüncü:
– “Ekmek pişirilmiş hamurdur”. Beşinci:
– “Ekmek kavramı çok anlamlıdır”. Altıncı:
– “Ekmek besleyici bir maddedir”. Yedinci:
– “Hiç kimse bunu çözemez”. Demiş. Hoca
– “Şayet ekmeğin ne olduğuna karar verebilseydiniz başka şeylere de
karar verebilirdiniz. Bu kafalara nasıl güvenebilir? Kendileri için her
gün aldıkları bir şey üzerinde aynı fikirde olmadıkları halde, diğer
taraftan benim suçlu olduğuma karar vermeleri çok acayip değil mi?”
Suçlular
Taşınma
Bir gece Hoca uyurken evine hırsız girer. Hırsız evde bulduğu işe yarar
ne varsa alır evine götürür. Bunu gören Hoca’da geri kalan eşyaları
aldığı gibi hırsızın evine götürür. Hırsız hayretle sorar:
– “Evimde bu saatte ne arıyorsun?” Hoca gayet sakin:
– “Oğlum biz bu eve taşınmadık mı?”
Sahibiyim de
Hoca, bir gece gürültüyle uyanmış. Bakmış, bir hırsız eşyaları topluyor.
Adamdan korkmuş. Sesini çıkartmamış. Ama peşine de düşmüş. Az sonra,
durumu fark eden hırsız, kızgınlıkla sormuş:
– “Beni neden takip ediyorsun bakayım?” Hoca, sakin, pişkin yanıtlamış.
– “Taşıdığın evin sahibiyim de”
Gerçek Hırsız
Hoca’nın evine hırsız girmiş. Hoca, usulca sezdirmeden hırsızın
papuçlarını saklamış. Hırsız, aramış, taramış, çalacak bir şey
bulamamış. Çıkarken bakmış ki ayakkabıları yok. Ne yapsın yalın-ayak
sokağa fırlamış. Hoca, tam bu sırada “tutun, hırsız var” diye bağırmaya
başlamış. Hırsız gelenlere “insaf edin yahu” demiş, “eve giren benim
amma papuçlarımı çalan kendisi, gerçek hırsız odur.”
Dilenci
Günlerden sıcak mı sıcak bir yaz günü ıssız sokaklardan birinde bir dilenci, “Allah rızası için bir sadaka…” deyip geziyormuş.
Hoca da kışın geleceğini düşünerek böyle sıcak bir yaz gününde dama
çıkmış, kan ter içinde kırılan kiremitleri yenileriyle değiştiriyormuş.
Bu sırada kapı çalınmış. Hoca bakmış ki, tanımadığı biri. Daha ne
istediğini sormaya meydan kalmadan, adam: “Hocam biraz aşağıya iner
misiniz. Mühim bir şey söyliyeceğim” diye seslenmiş.
Bunun üzerine Hoca, yüzünden akan terleri silerek “Mühim olan şey de ne ola” diye merak edip merdivenden aşağıya inmiş.
İnmiş ama, karşısındaki yabancı elini uzatıp, “Hoca Efendi, Allah rızası için bir sadaka…” demiş.
Hoca kendisini kandırıp damdan aşağıya indiren bu dilenciye çok kızmış.
Fakat kızdığını belli etmemiş. Merdivene doğru yürüyüp, “Hele bir
yukarıya çıkalım da” diye cevap vermiş.
Dilenci, dama çıkarken Hoca’dan daha fazla birşeyler kopartmak
düşüncesiyle, “Hocam, Allah seni kazadan belâdan korusun” gibi laflar
söylemeye devam etmiş.
Hoca, dilenci ile kırk ayak merdiveni tırmandıktan sonra da adama dönüp:
“Şimdi ödeştik babalık, haydi bakalım Allah versin!” demiş.
Hırsızın Bunda Hiç Suçu Yok Mu?
Günün birinde hırsızın biri Nasreddin Hoca’nın evine girmiş ve ne
bulduysa hepsini yanına almış gitmiş. Hoca’nın arkadaşları evi yalnız
bıraktığı ve kapıyı kapamadığı için ona katıla katıla gülmüşler.
Nasreddin Hoca buna daha fazla dayanamamış ve:
– “Pekâla, pekâla! Ben suçluyum ama hırsıza ne oluyor? Onun bunda hiç suçu yok mu?” demiş.
Çok Kolay
Hoca bir defasında yatakta mışıl mışıl uyurken, karısı ona heyecanla vurur:
– “Hoca, Hoca! Damda birisi var. O mutlaka bir hırsızdır.” Hoca şöyle cevap verir:
– “Hırsız gelsin. Değerli bir şey bulursa elinden alması kolay.”
Pis Kuzgun
Hoca bir gün karısıyla, göl başında çamaşır yıkamaya gitmiş. Çamaşırları
yığıp işe başlayacakları sırada bir kara kuzgun gelip sabunu kapmış ve
uçup gitmiş. Karısı, “yetiş efendi, sabunu kuzgun kaptı” diye feryâdı
basmış. Hoca, bir şey yapmaya imkân olmadığını anlayıp,
– “Telâşlanma karıcığım baksana, kapkara üstü-başı, o bizden kirli, varsın temizlensin!”
Ben De Senin Gibi Düşünüyorum
Nasreddin Hoca günlerden bir gün bahçeye giderek orada ne bulduysa
karpuz, kavun, havuç, şalgam koparıp çuvala doldurmuş. Tam iş
başındayken bahçıvan ona doğru gelmiş:
– “Burada ne arıyorsun?” demiş.
Hoca şöyle cevap vermiş:
– “Geceki korkunç fırtına beni buraya attı.”
– “Öyle mi? Ya bunları kim kopardı?”
– “Nasıl fırtına beni oradan buraya kadar fırlattıysa kendisine tutunduğum şeyler de elimde kaldı.” Bahçıvan:
– “Peki bunları çuvalına kim doldurdu?”
Hoca hayret ederek şöyle der:
– “Ben de sizin düşündüğünüz şeyi düşünüyorum.”
Eğitim
Damdan Düşen Gelsin
Hoca eninin çatısını aktarırken dengesini kaybedip yere düşer. Tüm ahali
etrafına yığılıp ne yapabileceklerini tartışırken, Hoca:
– “Bana damdan düşen birini getirin.” demiş.
Şunu baştan söylesene
Nasreddin Hoca tarlasında çalışırken oradan geçmekte olan birisi sormuş:
– “Bey Amca! Falan köye kaç saatte gidebilirim?” Hoca, bu soruya hele
biraz yol al bakalım demiş. Adam aynı soruyu üç kere tekrarlamış; ama
farklı bir cevap alamayınca yoluna devam etmiş. Biraz yürüdükten sonra
arkadan Hocanın:
– “Evlat, gel!” dediğini işitmiş. Adam gelince de Hoca soruyu şu şekilde cevaplandırmış:
– “Sen tam üç saatte oraya varırsın,” demiş. Adam sinirli bir şekilde
– “Be bey amca! Madem biliyordun, şunu baştan söylesene,” deyince, Nasreddin Hoca şöyle savunmuş kendisini:
– “İyi de, ben senin nasıl yürüdüğünü nereden bilebilirim ki.”
Adam Olmak
Bir gün Hoca’nın bulunduğu bir sohbette sormuşlar:
– “Hocam, adam olmanın yolu nedir?”
Hoca düşünceli düşünceli, başını bir o yana bir bu yana sallayarak
– “Söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli”
Kıymetli varlık
Nasreddin Hoca’ya bir gün şöyle bir soru sormuşlar:
– “İnsanın dünyada sahip olduğu en kıymetli şey nedir?”
Hoca:
– “Vücut, demiş ve eklemiş. Hakikatte ise o da insanın değil, doktorların elindedir”
Parayı Veren Düdüğü Çalar
Hoca bir gün pazara gitmek için yola koyulmuş. Az sonra çocuklar önünü
kesmiş. Hoca, bize pazardan düdük al diye bağrışmışlar. İçlerinden biri
çıkıp, parasını uzatmış. Pazar dönüşü aynı çocuklar yine hocayı
çevirmişler. Hoca, para veren çocuğa düdüğü uzatmış, tam ayrılıyormuş
ki! Bütün çocuklar bağırmış; “Hani bana, hani bana”. Hoca çocuklara
dönüp:
-“Parayı veren düdüğü çalar”, demiş.
Zehirli Baklava
Hocaya bir tepsi baklava verilir fakat okuldan acilen çıkar ve çıkarken
de öğrencilere tembihler sakın ha yemeyin benim düşmanlarım bana zehirli
hediye getirmiş olabilirler diye. Hoca’nın yeğeni de oradadır ve
çıkmasından hemen sonra hocanın baklavasını yer. Hoca gelince de: -“Şey,
bana verdiğin iş çok zordu. Hiç birini yapamadım. Senin çok kızgın ve
ailemin hayal kırıklığına uğrayacağını biliyordum. öyle utandığımı
hissettim ki, yapılacak tek şeyin,…, hayatıma son vermek olduğuna
karar verdim…
Hoca da:
-“Yapmış olduğun işe bir bakmam için sadece ertelenmiş bir cezadır.”
Tıp Bilgisi
Hoca’ya “tıp bilir misin” demişler.
-“Bilirim” demiş, “hem de şöyle ifade ederim.”
– “Ayağını sıcak tut, başını serin, Kendine bir iş bul, düşünme derin.”
Arapça Öğretiyor
Hoca bir gün bir komşusu Arapça öğrenmek istediğini duyar. Hoca derse başlar ve komşusu da şöyle bir soru sorar:
– “Hocam, Arapça da soğuk çorba ne demek?” O anda cevabı aklına
gelmeyince: – “Haa, evet! Onu öğrenmen gerekmez. Sen hiçbir zaman soğuk
çorba içmezsin. Bunun dışında da Araplar çorbalarını soğuk içmezler”
diye cevap verir.
Her Duyduğuna İnanma
Günün birinde Hoca öğrencileri ile beraber bir gezi yapıyormuş. Yolda da
kendisi hakkında bir şeyler söylüyormuş. Öğrencilerine öğüt vermeye
başladığında:
-“Her duyduğunuza inanmayın! Ben de bir şey duydum ama doğru olup
olmadığından emin değilim. Fakat bana öyle geliyor ki, bu pek mümkün
değil”, demiş.
– “Bunu bize ispatlayabilir misin?” diye aralarından biri sormuş. Hoca:
– “Tabi seve seve oğlum. Geçenlerde birinden öldüğümü duymuştum”
..son
Sağken
Hoca damdan düşmüş baygın halde yatarken karısı gelir ve öldü sanarak
tabuta koyup mezarlık yoluna koyulurlar. Yol ayrımına gelince hangi
yoldan gideceklerini tartışırken Hoca tabuttan konuşur: “Ben sağken şu
taraftan yürürdüm”. Koro yankılanır: “O ölmedi yaşıyor, dünyamıza neşe,
kahkaha saçıyor”.
Zaten
Nasıl olduysa Hoca eşeğinden düştü. Çocuklar etrafına toplandılar. Kıkır kıkır gülüşüp alay etmeye başladılar. Hoca:
– “Aman çocuklar, bu kadar gülecek ne var? Ben zaten inecektim.”
Kurtarma
Hoca ne kadar uğraştıysa da bir türlü ata yardım alamadan binemeyince
“hey gidi gençlik” der ve yola revan olur. Halktan uzaklaştıktan sonra,
kendi kendine:
-“Senin gençliğini de biliriz ama neyse”
Dünya Kaç Arşındır?
Meraklılar çok!.. Birisi, Hoca’nın karşısına dikilmiş:
– Hocam, çok merak ettim; bunu bilse bilse bizim Hoca Efendi bilir, dedim.
– Neymiş o, bakayım!..
Hoca, o sırada oradan geçmekte olan cenazeyi işaret etmiş.
– Bunu git de tabutun içindekine sor. Dünyanın kaç arşın olduğunu ölçmüş, biçmiş de gidiyor işte!… demiş.
Hasta Ziyareti
Hoca, ağır hastadır; artık evine gidip gelenlerin haddi hesabı olmaz.
Hoca, bunalmağa başlar, fakat kimseye de “kalkın, gidin!” diyemez. Hele
bir ziyaretçi kafilesi, Hoca’nın yanında oturur da oturur. Nihayet
giderken içlerinden biri:
– Hoca, bir isteğin var mı? Allah geçinden versin ama bir vasiyetin falan!…
Deyince Hoca, fırsat bu fırsattır diye düşünür:
– Evet, bir vasiyette bulunacağım size: Bir hasta ziyaretine gidince yanında oturup kalmayın!… der.
Vasiyet
Hoca, bir ara çok hastalanır. Komşu kadınları kendisini sık sık
yoklamağa gelirler. Hoca’nın iyileşmeye yüz tuttuğu günlerde ziyaretine
gelen kadınlardan biri lâtife olsun diye şöyle bir soru sorar:
– “Hoca Efendi, Allah geçinden versin ya, şayet bir gün ecelin gelir de
seni kaybedersek arkandan ne diye yas tutalım? “ Hoca, bu sorudan pek
hoşlanır:
– “Kadınların sohbetine doyamazdı, diye yas tutarsınız!”